Müslümanlar için hazırlanan sitenin tek amacı, adı islam olan dinlerin içinden gerçek dini almak gerisini çöpe atmaktır.
   
 
  TENKİD3

44- Ebu Sa’id el Hudri’den, Resûlullah’a atfen: “(sağcılar) ...........ve kadri yükseltilmiş döşeklerdedirler” (Vâkıa,24) mealindeki ayet hakkında, Resûlullah’ın şunu söylediğini nakleder:” bunların yüksekliği sema ile arz arasındaki mesâfe kadardır. İkisi arasındaki uzaklık ise beş yüz yıllık yürüme mesafesidir.” (K.S. 809 C.4 S.287 B. 1988 alıntısı, Tirmizi, 2543)

Sema ile arz mesafesinin beş yüz yıllık yürüme mesafesi olduğunu ve cennet döşeklerinin yüksekliğine denk olduğunu rivayet etmelerinin hiçbir tutarlı tarafı yoktur, değil beş yüz senelik yürüyüşle semayı kat etmek, kişi günde yüz km yürüse 3500 yılda güneşe dahi varamaz. Cennet döşekleriyle alay etmek için bu rivayeti uyduran bilse ki sema ne kadar yüksektir. Cennet döşeklerinin beş yüz yıllık yol yüksekliğinde olduğu iddiası da keyfi bir iddiadır.

45- Hz. Âişe (r.a) diyor ki: “Resulullah (a.s.v) ölmezden önce bütün kadınlarla nikah kendisine helal kılındı.” (K.S. 751 S.198 C.4 B 1998 alıntısı Tirmizi, Tefsir, Ahzab, (3214); Nesai, nikah 2(6.56) 9.)

Bu rivayet, Ahzab sûresinin 52. Ayetine uymamaktadır. şöyle ki mealen :
 
-Bundan sonra artık sana (başka) kadınlar(la evlenmek), bunları başka eşlerle değiştirmek helal değildir. İsterse güzellikleri çok hoşuna gitsin, (artık başka kadınlar alamazsın); yalnız elinin altında bulunan (câriye)ler hariç, Allah her şeyi gözetleyicidir. 33/52

Bu itibarla rivayetin aslı yoktur.

46- Esma bin tu Yezid (r.a) anlatıyor: “ Resûlullah (a.s.v) buyurdular ki: “Allah’ın İsmi Azam ı şu iki ayettedir:
1- “İlahınız, tek olan İlahtır, O’ndan başka ilah yoktur. O Rahman ve Rahimdir” (bakara 163)
2-Al-i İmran sûresinin baş kısmı: Elif lam mim. O Allah ki, O’ndan başka ilah yoktur. O Hayy ve kay yumdûr” (Âl i İmrân 1-3). (K.S. 1793 C.6 S. 556 b. 1989 alıntısı, Ebû Dâvud, Salât 358 (1496) Tirmizi Da’avât 65, (3472). )

Yaygın bir şekilde, bir çok kimse tarafından şu iddiada bulunulmuştur. Allah’ın isimleri arasında bir tanesi vardır ki, bu O’nun en büyük ismidir. Kim Allah’ın bu ismini söyleyerek, Allah tan bir şey isterse muhakkak o dua kabul olur, velev ki taşın altın olmasını istesin, veya ölüleri kaldırmak istesin derhal yerine gelir. Ve bu ismin hangisi olduğu hususunda bir çok rivayetler uydurulmuş ve iddialarda bulunulmuştur. Bu iddiaların hepsi Allah’a bir iftiradır. Zira Allah’ın bütün isimleri yüce ve güzeldir. Allah duaları kabul ederken şahsın durumuna bakar, dua eden şahıs, duasının kabul edilmesine layıksa Allah duasını kabul eder. Yoksa iyi işler yapmayan veya kafir olan bir şahıs, Allah’ın bütün isimlerini duasında tekrarlasa dahi, Allah onun duasını kabul etmez. Bu konuda Kur’an’dan örnek verecek olursam, mealen:

-O dur ki kullarından tövbeyi kabul eder, kötülüklerinden geçer ve yaptıklarınızı bilir. 42/25

 -İman eden ve iyi işler yapanların duâsını kabul eder, lütuf ve kereminden onlara (istediklerinden) fazlasını verir. Kafirlere gelince: onlara da çetin bir azab vardır. 42/26

 -De ki: “İster Allah diye çağırın, ister Rahman diye çağırın. Hangisiyle çağırırsanız, nihâyet en güzel isimler O’nun dur. Salatında pek bağırma, pekte (sesini) gizleme, bu ikisinin arasında bir yol tut. 17/110
 
- En güzel isimler Allah’ındır. O halde O’na onlarla (o güzel isimlerle) dua edin ve Onun isimleri hakkında eğriliğe sapanları bırakın; Onlar yaptıklarının cezasını çekeceklerdir. 7/180

Görüldüğü gibi, ismi âzam konusunda tahdis edilen rivayet uydurma olup, Kur’an’a uymamaktadır. Sadece bu tür rivayetlerle insanları asırlarca boş hayaller peşinde sürüklemiş ve gerçeklerden kopmalarına sebep olmuşlardır. Bu iddialarda bulunan kimseler, Allah’ın İsimleri hakkında eğriliğe sapan kimselerdirler.

47- ..........Abdullah ibn Mesûd ( r ) şöyle demiştir: Peygamber (S) Mekke de iken Ve’n -Necmi Sûresini okudu da bunun sonunda secde yaptı. Onunla beraber olanlarda, bir ihtiyar müstesna (mü’min ve müşrik) hep secdeye vardılar. O ihtiyar kimsede bir avuç çakıl veya toprak alıp alnına götürdü ve: bu kadarı bana yeter, dedi. İşte o kimse ki, ben onu bundan sonra ( Bedirde) kafir olarak öldürülmüş olarak gördüm.( Buhari, Ebvâbu Sucûdil- Kur’an 1. Cilt 3 sayfa 1044 Ötüken 1987)

48- .........Ata, İbnû Kuseyt’a şöyle haber vermiştir: Kendisi Zeyd ibn Sâbit e, Ve’n Necmi sûresinin sonunda ki Sucûddan sormuş. Zeyd te Peygamberin huzûrunda Ven -Necmi sûresini okuduğunu ve Peygamberin bu sûrede secde etmediğini söylemiştir. (Buhari, Ebvâbu Sucûdil -Kur’an 6.cilt 3.sayfa 1044 Ötüken 1987)

Yukarıdaki iki rivayet birbirine aykırı olup, birbirini iptal etmektedirler.
Müşriklerin Ve’n Necmi sûresi, peygamber tarafından okunurken, secde ettikleri konusunda uydurulmuş olan 47 no lu örnekteki rivayetle, benzeri rivayetler etrafında Ğaranik hadisesi adı altında daha bir çok sözler söylenmiş ve uydurulan rivayetlerle ilgili olarak bir çok meşhur kimseler bu konuda fikir beyan etmişlerdir. Günümüzde de bu husus “Şeytan ayetleri” adı altında konu edilmiştir. Bu iddiaları ortaya koyup cevaplandıracak olursak, şöyle ki :
Kur’an tutarsız manalara gelmeyen, apaçık Arapça bir dille, hiçbir Batıni veya çelişik ifade ihtiva etmeyen, kelimelerinin değiştirilmesi Allah’tan başkası için mümkün olmayan bir korunmayla korunmuş olup, peygamberde ancak bu Vahyi tebliğ ediyordu. Zira ona şöyle vahye dilmişti, Kur’an’dan mealen:
 
- Rabının kitabından sana vahye dileni oku; O’nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur, O’ndan başka sığınılacak bir kimsede bulamazsın. 18/27

Görüldüğü gibi, O na Rabbının kitabından sana vahye dileni oku diye emredilmişti ve okunması istenende asla değiştirilemezdi. Bizzat, peygamberin kendiside vahyi aynen bildirme hususunda, Allah tarafından sağlamlaştırılmıştı. Zira müşrikler gelen vahyin dışında çeşitli tuzaklar kuruyorlardı. Onlara uymaması için Peygamber bu konuda sebatkar bir kimse olarak sağlamlaştırılmış ve gelen vahye her ne suretle olursa olsun kendi sözünü vahiy diye bildirmesi Allah tarafından engellenmişti, şöyle ki: Kur’an’dan mealen;

-Az daha onlar, seni, sana vah yettiğimizden ayırarak, ondan başkasını bize iftira etmen için fitneye düşüreceklerdi. İşte o zaman seni dost edinirlerdi. 17/73
-Sana sebat vermemiş olsaydık, and olsun ki, azda olsa onlara meyl edecektin. 17/74
-O takdirde de sana hayatında, ölümünde kat kat (azab)ını tattırırdık. Sonra bize karşı bize bir yardımcıda bulamazdın.  17/75

Eğer peygamberin ağzından vahiy olmadığı halde, vahiy diye tek bir söz çıkmış olsaydı, Allah onu düşman kabul edecekti. Hayatında ve ölümünde kat kat azab tattıracak ve Allah’ın azabından kurtulma hususunda hiçbir yardımcıda bulamazdı. Allah böyle bir olayın vuku bulmadığını bu konuda peygamberin yüksek bir şahsiyetle donatılarak sağlamlaştırıldığını bildirmek suretiyle vahye şüpheyle bakılmasını bertaraf etmiştir.

- Sana sebat vermemiş olsaydık, and olsun ki, az da olsa onlara meyl edecektin. 17/74

İfadesiyle belirtilen ayetin meali üzerinde düşündüğümüzde, Allah tarafından sebatkar kılınmayla peygamberin birazcık dahi de olsa vahyin dışına kaymadığı manası açıkça anlaşılır.

Tarih boyunca Kur’an’a ve peygambere bir çok saldırılar yapılmıştır, bunlardan bir tanesi de Ğaranik olayı diye adlandırılan iftiradır. Kur’an karşısında acze düşen kafirler, Kur’an ile hiçbir alakası olmayan ve bizzat Kur’an’a muhalif olan uydurma rivayetleri Kur’an gibi, hatta ondan üstün kabul ederek, İslam'a saldırıda bulunmuşlardır. Böyle yapmalarına delil olarak ta, kendilerine büyük İslam alimi denilen bir takım meşhur kimselerin bu rivayetleri uydurmuş veya onaylamış olmalarıdır. Gerçekte bu rivayetleri uyduran veya onaylayan kimselerin, bu rivayetleri ele alıp İslam'a saldıran kafirlerden hiçbir farkları yoktur. Taraflardan biri kendisine Müslüman deyip, İslam'a iftira yoluyla saldırmakta. Diğer taraf ise bu iftirayı ele alıp kendisine Müslüman demeden İslam'a saldırmaktadır. Bu şeytani ittifakın bir örneği de belirttiğim gibi Ğaranik olayı iftirasıdır. Şöyle iddia etmektedirler;

Önce konuyla ilgili olarak, Necm Sûresinin bazı ayetleri şu şekildedir, mealen:

-Gördünüz mü o Lât ve Uzzâ yı? 53/19
-Ve üçüncüleri olan öteki Menât ı. 53/20
-Demek erkek size, dişi Allah’a mı? 53/21
-O halde bu insafsıca bir taksim! 53/22
-Bunlar (putlar)sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar zanna ve nefislerinin alçak hevesine uyuyorlar, halbuki kendilerine Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir. 53/23

Necm suresinden mealen yazdığım yukarıdaki ifadelerde görüldüğü gibi, putperestlerin taptığı Lat, Menat ve Uzza putları reddedilmekte ve bunları ilah olarak kabul edenlere ağır tenkitler yöneltilmektedir. Putperestler Meleklere, Allah’ın kızları diyorlardı. Haliyle haşa Allah’ın kızları olmuş olsaydı onlarda ilah olacaklardı. Putperestler bu mantıkla hareket ederek Lat, Menat ve Uzza putlarını Allah’ın kızları dişi melekler telakki ederek onlara tapmışlardır. Halbuki kendilerine bir kız çocuğu olsaydı büyük üzüntüye kapılıp, halk içine çıkmaya utanır veya o kız çocuğunu diri diri toprağa gömerlerdi. Erkek çocukları olduğu zamanda büyük sevinç duyarlardı. Allah bu zihniyette olan putperestlere, “Demek erkek size, dişi Allah’a mı? O halde bu insafsızca bir taksim” demek suretiyle, kendileri için istemediklerini Allah’a isnat eden zalim iftiracılar olduklarını vurgulamıştır. Allah çocuk edinmekten münezzehtir. Durum böyle iken, Rivayetler dininin mensubu bir kısım meşhur kimseler iddia etmektedirler ki, Necm Sûresinin ayetleri inerken peygamber (haşa), Allah tarafından vahye dilmemesine rağmen, şeytanın İlkaysıyla Lat, Menat ve Uzza putları için “Tilke’l garânikat-el ulâ ve inne şafaatehünne le tercâ” yani “Bunlar, dolgun beyaz vücutlu güzel dilberler ve rütbeleri yüksek ilahelerdir. Onların şefaati muhakkak beklenmelidir.” dediğini iddia etmişlerdir. Ğarânik kelimesi Arapça da mana itibariyle, Kuğu kuşu, örülmüş saç topu manalarına gelmekle beraber, bir manası da, bedeni beyaz, dolgun vücutlû güzel dilberler manasına da gelir. Bura da kastedilen mana budur. Zira putperestler ilahelerini dişi melekler olarak telakki ediyorlardı. Şimdi bu iftirayı asıl Necm sûresinin ayet mealleri arasına, parantez içinde ayırarak koyarsak nasıl, mantıken uyum sağlaması imkansız bir durumla karşılaştığımızı görürüz, Şöyle ki:

- Gördünüz mü o lât ve Uzzâ’yı. 53/19
- Ve üçüncüleri olan öteki Menât’ı 53/20
(Bunlar dolgun vücutlu güzel dilberler ve rütbeleri yüksek ilahelerdir. Onların şefaati muhakkak beklenmelidir.)
- Demek erkek size, dişi Allah’a mı? 53/21
- O halde bu insafsızca bir taksim. 53/22
- Bunlar (putlar) sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında hiç bir delil indirmemiştir. Onlar zanna ve nefislerinin alçak hevesine uyuyorlar. Halbuki kendilerine Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir. 53/23

Övgü ve yerginin tamamen zıt manada ve bir arada ifadelendirilmesinin ortaya koyduğu bu çok çelişik durum, fazlaca izah gerektirmeyecek şekilde açıktır. Değil bir peygamber sıradan bir kimse dahi bu tür ifadeleri bir arada kullanırsa onun delililiğine hükmedilir. Peygamber deli olmadığı gibi, haşa ki böyle bir söz söylemiş olsun.

Denilse ki, hal böyle olunca, bu iddia nereden ortaya çıktı. Rivayetler dinine mensup çok sayıda meşhur kimseler bu rivayetlerine mesnet olarak neyi iddia etmektedirler. Konu şudur:
 
- (Ey Muhammed) Senden önce hiçbir resul, hiçbir nebi göndermedik ki, o bir temennide bulunduğu zaman, şeytan onun temennisine bir şey sokmuş olmasın, Fakat Allah, şeytanın soktuğu şeyi iptal eder; sonra da ayetlerini sağlamlaştırır. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir, hikmet sâhibidir. 22/52

Yukarıda mealini yazmış olduğum, Hac sûresinin 22. Ayetini ele alarak demektedirler ki: “Resûlullah, kafirlerin hidayete ermelerini o kadar çok istiyordu ki, onların hoşuna gidecek ve İslam'a yaklaşmalarını sağlayacak vahiylerin gelmesini arzu ediyordu. Bu arzusu içerisinde ve Kureyşlilerin bir toplantısında iken Necm sûresi nazil oldu ve kendisi onu okumaya başladı. “Gördünüz mü o Lat ve Uzzâ’yı, Ve üçüncüleri olan öteki Menât’ı” sözlerine gelince ağzından şu kelimeler dökülü verdi. “ Bunlar, dolgun beyaz vücutlu güzel dilberler ve rütbeleri yüksek ilahelerdir. Onların şefaati muhakkak beklenmelidir.” Bundan sonra, Resûlullah sûrenin diğer ayetlerini normal olarak okumaya devam etti ve sûrenin sonunda secde etti. Onunla birlikte Müslümanlar ile müşrikler beraber secde ettiler. Mekkeli kâfirler dediler ki, artık bizimle Muhammed arasında her hangi bir fark kalmamıştır. Bizde zaten aynı şeyi diyoruz. Kainatı yaratan Allah’tır, fakat ilahelerimiz Allah katında bizim için şefaatte bulunacaklardır. Bilahare akşam Cebrâil gelerek peygambere putları övücü sözleri getirmediğini bildiriyor. Bu olay peygamberi çok üzüyor ve tedirgin ediyor. Taki Hac sûresinin 52. Ayeti indi. Bu ayette Resûlullah teselli edildi. Kendisinden önceki Peygamber ve Resûllerin aynı hataya düştüklerini. Arzlarına şeytanın müdahale ederek karıştığını, fakat şeytanın bu karıştırdığını Allah’ın iptal ettiğini ve sonrada ayetlerini sağlamlaştırdığını vahiyle bildirdi. Bunun üzerine peygamber rahatlıyor.” İşte iddiaları budur.

Bu uydurma rivayet, İbn Cerir’in tarihinde ve diğer birçok müfessirlerin tefsirlerinde, İbn Sa’d’ın “Tabakât’ında, Vahidi’nin “Esbâb-ün Nuzül” ünde, İbn İshâk’ın “Siyeri”inde, Musa bin Ukbe’nin “Meğazi’sinde, İbn Ebi Hâtim, İbn Munzir, Bezzâr, İbn Merdûye ve Taberâni’nin hadis kitaplarında yer almıştır. Başka bir çok kitaplarda konu olarak yer almış ve üzerinde konuşulmuştur.
Hâfız İbn Hacer (Meşhur mühaddis); Ebu Bekr Dessâs (tanınmış Fakih unvanlı); Zemahşeri (Müfessir); ve İbn Cerir gibi tarihçi müfessir ve Fıkıhçı iddialı meşhur kimseler bu rivayetin doğru olduğunda ısrar etmişlerdir. Muhalif olanlar da bunu tam manasıyla eleştirmemişlerdir. Muhaliflerin bir grubu bunu reddediyor zira, bunun kaynakları veya senetleri zayıftır demektedirler. Demek ki bu kimseler de, senetlerin kuvvetli olması halinde bu rivayeti aynen kabul edeceklerdi. Örneğin, İbn Kesir bu hususta şunları yazmıştır. “Bu hikâye hangi senetlerle rivâyet olunmuşsa hepsi, mürsel ve münkat’ı dırlar.” Beyhâki de diyor ki: “ Nakil itibariyle bu hikâye ispatlanmış değildir”. İbn Huzeyme; Kadı İyâz gibi kimseler de aynı fikirdedirler. Mesela: Kadı Iyâz’ın reddetmesine sebep, Kütüb-i Sitte de yer almaması ve senedinin zayıf olmasıdır. Halbuki, 47 örnekte görüldüğü gibi, Buhari Ğaranik kelimesini rivayet etmemekle birlikte Ve’n-Necm süresi okunurken müşriklerin secde ettiğinden bahisle dolaylı olarak değinmiştir.

Bunların esas problemi, Tevhidi ve Kur’an’ı anlamamış olmalarından kaynaklanmaktadır. Peygamber hakkındaki kanaatleri de içinde bulundukları durum gibidir. Değil mi ki diyorlar, Cebrail bilahare haber verince peygamber yaptığı yanlışın farkına vardı. Bu anlayışları onların durumunu göstermesi bakımından çok manidardır. Zira değil bir peygamber, herhangi bir Müslüman dahi, Allah’a şirk koşmanın manasını bilir ve anında farkına varır. Bunların güya karşı olanları emin oldukları ravilerin söylenmesi halinde, Allah’a şirk koşmakta bir an bile tereddüt etmeyecek kimselerdir. Değil mi ki, bu kimseler kendilerine Allah’ın (haşa) ayağını Cehenneme soktuğu rivayet edilince kabul edip, buna iman ettiler. Bunlara sormak lazım ilahları Allah’mı yoksa raviler mi. Red veya kabul gerekçelerine bakılırsa ravileri ilah edinmişlerdir. Hem bunlara sormak gerekir. Yalan yere rivayet metinleri uyduran kimselerin, ravilerini de uydurmamaya verilmiş bir sözleri veya bir garantileri mi var. Yalan yere her çeşit rivayet uyduran kimselerin, ravileri de uydurduklarını bir çocuk dahi anlıya bilirken. Bunlar o kadar dahi akıllarını kullanamayan ve Kalpleri, Allah tarafından mühürlenmiş, kör ve sağır kimselerdirler. Kendilerine Müslüman deyip, Ğaranik rivayeti iftirası gibi gibi bir çok rivayetler uydurup veya bunlara taraf olup, İslam'a saldırmakta hiçbir mahzur görmezler. Fakat, bazen aynı şeyi kendisine Müslüman demeyen bir kimse ele alıp İslâm’a saldırırsa görünüşte güya çok kızarlar, sanki kendilerinin yaptıkları farklıymış gibi.
 
Şimdi iddialarını bir başka açıdan ele alıp çürütmek istediğimizde deriz ki: İsra sûresi 74. Ayette gördüğümüz gibi, peygamber Allah’ın kendisini sebatkar kılması sayesinde, azda olsa dahi vahyin dışına çıkmadığı, ağzından vahiy diye vahiy olmayan tek bir kelime dahi çıkmadığı, daha önce belirttiğim gibi açıktır. Şimdi şöyle bir mantık yürütelim, peygamber Ğaranik rivayeti iftirasındaki bozuk ifadeleri sarfetmiş olsaydı, İsra sûresi 74. Ayeti geçersiz olacaktı, bu İslamiyet te öyle mühimdir ki, bir tek ayetin geçersiz boş olması, Kur’an’ın tamamının, Allah sözü olmayıp, kul sözü olduğu manasına gelirdi. İsra sûresi 74. Ayetinin bu iddia edilen iftira olayından önce veya sonra inmesi bir şey değiştirmez. Peygamber zamanın da iman eden ve vefatından sonra yaşayan binlerce sahabe aklı başında sağlam mantıklı kimselerdirler. Bu kadar büyük bir çelişkiyi hemen görürlerdi. Ne bu gün nede o gün tek bir Müslüman bulmak mümkün olmazdı. Tam tersine bu gün olduğu gibi o gün de Müslümanlar bulunduğuna göre böyle bir olay vuku bulmamıştır. Böyle bir olayın vuku bulmadığına dair, Kur’an’dan başka örnekler verecek olursak, şöyle ki; mealen:

- Batmakta olan yıldıza an dolsun ki. 53/1
- Arkadaşınız sapmadı, azmadı. 53/2
- O havadan konuşmaz. 53/3
- İlla ki O, kendisine (Allah tarafından) vahye dilen bir vahiyden başka bir şey değildir. 53/4
- Ona, müthiş kuvvetleri olan biri öğretti. (Cibril) 53/5
- Ayetlerimiz hakkında doğruluktan ayrılıp eğriliğe sapanlar bize gizli kalmaz. O halde, ateşin içine atılan mı daha iyidir, yoksa kıyamet günü güvenle gelen mi? Dilediğinizi yapın! Kuşkusuz O, yaptıklarınızı görmektedir. 41/40
-Kendilerine Kitap geldiğinde onu inkâr edenler (şüphesiz bunun sonucuna katlanacaklardır). Halbuki o, eşsiz bir kitaptır.  41/41
- Ona önünden de ardından da bâtıl gelemez. O, hikmet sahibi, çok övülen Allah’tan indirilmiştir. 41/42

BÖLÜM 3

Ğaranik hadisesi rivayetinin gerçek olmadığına dair bir başka açıdan bakacak olursak: Evvelce belirttiğim gibi, bu uydurma rivayeti, Hac sûresi 52. Ayetiyle ilişkilendirmektedirler. Bu konuda büyük bir mana sapması içerisindedirler, Şöyle ki:

- (Ey Muhammed) Senden önce hiçbir resûl, hiçbir nebi göndermedik ki O bir temennide bulunduğu zaman şeytan onun temennisine bir şey sokmuş olmasın. Fakat Allah, şeytanın soktuğu şeyi iptal eder; sonra da ayetlerini sağlamlaştırır. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir, hikmet sahibidir. 22/52

Yukarıda mealini yazmış olduğum, Hac sûresi 52. Ayetinde, dikkat edilirse temenniden bahsedilmektedir. Temenni de istek, dilek veya arzu demektir. Fiiller ise istek veya arzu olmayıp hayata geçirilmiş olaylardır. Başka bir deyişle olması istenen olaylar arzu halinde kaldıkça temenni olarak adlandırılırlar. Eğer o temenni yerine gelirse, artık o temenni olmayıp yapılmış bir iştir. Eğer peygamber onların iddia ettiği gibi öyle bir şey söylemiş olsaydı ki bu mümkün değildir, bu arzu olmayıp yapılmış bir iş olacaktı. Onun için Hac sûresi 52. Ayette bahsedilen temenniyle böyle bir iftira rivayeti ilişkilendirmek mümkün değildir. Zira rivayette bir temenniden değil yapılmış bir işten bahsedilmektedir.

Denilse ki o zaman Hac sûresi 52. Ayette vurgulanan ve Resûlullahtan önceki resûl ve nebilerin de yaşamış olduğu, şeytanın temennilerine bozukluk karıştırma olayının manası nedir? Ben derim ki Kur’an bütün misalleri açık bir şekilde ihtiva eden bir kitab olduğundan, bu soruya cevap teşkil eden örnekleri onda bulabiliriz. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen:

- Surat astı ve döndü. 80/1
- Yanına kör bir kimse geldi diye. 80/2
- Ne bilirsin belki o arınacak. 80/3
- Yâhut öğüt dinleyecek de öğüt, kendisine yarayacak. 80/4
- Kendisini öğütten müstağni gören kimse gelince. 80/5
- Sen ona yöneliyorsun. 80/6
- Onun arınmasından sana ne? 80/7
- Fakat koşarak sana gelen. 80/8
- (Allah’tan) korkarak gelmişken. 80/9
- Sen onunla ilgilenmiyorsun. 80/10
 - Bir daha bundan sakın; zira Kur’an bir öğüttür. 80/11
- Dileyen onu düşünüp öğüt alır. 80/12
- (Ey Muhammed) Sen, keyfince istediğini doğru yola iletemezsin. Fakat          Allah, istediğini doğru yola iletir. O, hidayete gelecek olanları daha iyi bilir. 28/56

Peygamberin, hidayete layık olmayan kimsenin hidayet etmesinde; kişi hidayete ilgisiz olmasına rağmen ısrar etmesi ve o kişinin hidayete ermesi halinde, bundan hoşlanmış olacağı ile hidayete layık olanla; o kişinin hidayetle ilgilenmesine rağmen, ilgilenmemesi. Şeytanın, Peygamberin insanların hidayete erme temennisine attığı bir yanlış arzudur. Allah bu arzuyu iptal ederek, doğruyu göstermiştir. Dikkat edilirse peygamberin temennisi gerçekleşmemiş yani fiile dönüşmemiştir. Allah’ın istediği gerçekleşmiştir.

Diğer bir örnek, Kur’an’dan mealen:

- İbrahim’de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir misâl var; onlar, kavimlerine demişlerdi ki: “ Biz sizden ve sizin Allah’tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizin(n taptıklarınızı) tanımıyoruz. Siz, bir tek Allah’a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda düşmanlık ve nefret belirmiştir.” Yalnız İbrâhim’in babasına: “Senin için mağfiret dileyeceğim, fakat senin için Allah’tan (gelecek) hiçbir şey(i önlemeğ)e gücüm yetmez” demesi hariç. (Bu söz size misâl değildir. Zira kâfire mağfiret dilenmez. Yine onlar demişlerdi ki): “Rabb’imiz, sana dayandık, sana yöneldik. Dönüş(ümüz) sanadır.” 60/4

Örnekte görüldüğü gibi, İbrahim peygamberin güzel arzuları arasına, şeytan putperest olan babasının affedilmesini talep arzusu katmıştır. Allah, bu hususu örnek almamamızı belirtmiştir. İbrahim peygamberin bu temennisi gerçekleşmemiştir, iptal olmuştur.

Diğer bir örnek, Kur’an’dan mealen:

- Nûh seslendi: Rabb’im dedi, oğlum benim âilemdendir. Senin sözün elbette haktır ve sen hâkimlerin hâkimisin.”
11/45
- (Allah): “Ey Nûh, dedi, o senin âilenden değildir. Çünkü (onun ameli) iyi olmayan bir ameldir. Bilmediğin bir şeyi benden isteme. Sana câhillerden olmamanı öğütlerim.” 11/46
 - (Nûh) dedi ki: “Rabb’im, bilmediğim bir şeyi senden istemekten sana sığınırım, Eğer beni bağışlamaz, bana acımazsan ziyâna uğrayanlardan olurum! 11/47

Burada da, Nûh peygamberin, Allah’ın gazabına uğramış oğlunun Affını ve Tufandan kurtulmasını Allah’tan dilemesi. Kendisinin ve yanındaki Müminlerin kurtulması sevinç ve arzusu arasına, şeytanın attığı bir yanlış temennidir. Allah bu temenniyi kabul etmemekle ve Nûh peygambere ihtar etmekle, şeytanın attığını iptal ediyor. Ve Allah doğruyu göstererek ayetlerini sağlamlaştırmıştır.

Diğer bir örnek, Kur’an’dan mealen:

- (Lût kavminin oturduğu Sedom) şehr(inin) halkı, (Lût’un genç konuklarını duyup ) keyif içinde (koşarak) geldiler.
15/67
- (Lût onlara): “Bunlar benim konuğumdur, dedi, beni mahcup etmeyin!” 15/68
- “(ne olur), Allah’tan korkun, beni rezil etmeyin!” 15/69
- “Seni âlemlerden (başkalarının keyfine engel olmaktan) men etmemiş miydik?” dediler. 15/70
- Dedi ki:”Eğer yapacaksanız, işte kızlarım.” 15/71
- (Ey Resûlüm), senin ömrüne andolsun ki, onlar, sarhoşlukları içinde bocalıyorlardı. 15/72
- Güneşin doğma zamânına girerlerken korkunç ses onları yakaladı. 15/73
- (Şehrin) üstünü altına getirdik ve üzerlerine de çamurdan pişmiş taşlar yağdırdık. 15/75

Lût peygamberin konuklarını, cinsi sapık insanların elinden kurtarma arzusu güzel bir temennidir. Fakat buna karşılık kızlarını teklif etmesi, şeytanın onun güzel arzusuna kattığı bir yanlış temennidir. Zira kızları da o cinsi sapık kimselere layık değildiler. Allah o zalim kavmi helak etti ve Lût peygamberin kızlarına da el süremediler. Zaten konuklara da el sürmeleri mümkün değildi. Onlar, onları mahvetmeye gelmiş olan, Allah’ın elçileriydiler. Böylece Lût peygamberin yanlış temennisi iptal edildi ve Allah’ın kavme gazap emri yerine getirilmekle de. Allah ayetlerini sağlamlaştırdı.

Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere, Hac Sûresi 52. Ayeti, onların Ğaranik olayı diye iddia ettikleri uydurma rivayetle hiçbir ilgisi yoktur.
 
49- ........ Ma’kıl b. Yesar’dan (rivâyet olunduğuna göre) Peygamber (s.a.) “ölülerinizin üzerine yâsin okuyun.” buyurmuştur.
Bu (lafız ravi) ibnü’l- Ala’nın lafzıdır. (Ebu Davud, cilt 11 R.3121 S.497 Şamil 1991; İbn Mâce, cengiz, 4. )

Bu uydurma rivayete dayanarak, asırlarca insanlar ölülerinin mezarları başında Kur’an okumuşlardır. Ve Kur’an yaşayanlara hitap eden bir kitap değil de, ölülere okunan bir kitap olarak telakki edilmiştir. Öyle ki yıllarca namaz kılan bir kimse bile yaygın şekilde toplumsal olarak, her rekatta okuduğu Fatiha Sûresinin dahi manasını merak etmez hale düşmüştür. Fakat buna rağmen, ölüsünün başında Kur’an okumak veya okutmak suretiyle, ölüsüne, içki içme, kumar oynama , oruç tut, ahret hayatı hayatı gerçektir gibi ifadelerle, ayetleri tebliğ etmiştir. Sanki ölüsü kumar oynayabilecektir veya ölmemiştir de ahretten şüphesi olmasın gibi şuursuz bir davranış içine girer. Kendisinin öğrenmesi gereken Kur’an bilgilerini ölüsüne öğretmeye çalışır. hal bu ki, ölü kendisine yaşayanlar tarafından yapılan hiçbir hitabı duymadığı gibi. Okunan Kur’an nedeniyle de hiçbir sevap alamaz. Zira, İslam da ameller şahsidirler. Hiç kimse başkası için amel işleyemez. Örneğin: Kim Kur’an okuyorsa ve Kur’an’a göre yaşayıp dinliyorsa, Allah tarafından kabul edilmesi halinde sevabı o şahsa aittir. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen:

- İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur. 27/53

Evet, görüldüğü gibi insana ancak bir fiil kendi çalıştığı vardır.

Ölülerin yaşayanları duyduğu iddiasına gelince. Böyle bir şey İslam inancına göre mümkün değildir. Bu konuda, Kur’an’dan mealen:

- Allah, eceli gelenlerin ruhlarını ölümleri anında, eceli henüz gelmeyenlerin de uykularında alır. Haklarında ölüme hükmettiklerini tutar, diğerlerini belli bir süreye kadar salıverir. Bunda, düşünebilen kimseler için, muhakkak ibretler vardır.
39/42

Ayet mealinde görüldüğü gibi, ölüm ve uyku aynı şeydir. Şimdi şöyle düşünelim, her ne kadar ölmemiş olan bir kimse, ölüm halini bilmiyorsa da. Uyku uyumuş bir kimse uyku halini bilir. Uyuyan bir kimse için şu kesindir ki, uyanmadığı müddetçe, baş ucunda bulunan kimselerin kendisine yapacakları seslenmeleri duymaz. Duyması halinde uyanmış demektir. İşte ölüler içinde aynı durum söz konusudur. Dirilmedikleri müddetçe dünyada yaşayanlar tarafından kendilerine yapılacak hiçbir seslenmeyi duymazlar. Dünya hayatıyla yaşayanlarla, kendileri arasındaki irtibat veya başka bir ifadeyle iletişim kesin olarak kesilmiştir. İslam Dinine mal ederek, ölülerin dünyada yaşayanları duydukları konusunda uydurulmuş her rivayet Kur’an’a uymayan boş bir iddiadır.

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
 
müslümanlar bir arada olmalı
 
Toptan Allah'ın dinine sarılmak budur. ayrı ayrı inançlarla bağımsız hareketlerle din olmaz.
İşiniz ve zamanınızı Allah'a adayın.
Nasıl?
 
Önce birbirimizi tanıyalım ve ne yapacağımızı öğrenelim. Sonrası kolay.
Allah yolu çizmiş zaten.
Ana Tema ne?
 
Malın ve canın Allahın bunu biliyorsun. Cennet karşılığında sattın sen onu... Şimdi malın canın ve kaybederim diye korktuğun eşin, işin, ticaretin, evin yurdun varsa sen uzak dur. Müslüman olunca sen de gel aramıza. Tek kural şu ki, adın kim olursa olsun müslüman ve kimle olursan ol müslümanlar toplumundansın. Cemaatin olamaz, örgütün olamaz.Tek başına karar veremez ve uygulayamazsın. Allahın dini için insan sözleri bağlayıcı değildir ve kur'an dışında kaynak olamaz.
Sonuç,
 
Bu site sadece müslümanlara açıktır ve adı müslüman olup kendi olmayanlarla bizim işimiz yok onlar da bizi rahatsız etmezlerse seviniriz...
 
Tam 42396 ziyaretçi (92672 klik) burdaydı!
kur'andan değerli okunacak ne var? O halde önce kur'an burada anlaşalım... Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol