Müslümanlar için hazırlanan sitenin tek amacı, adı islam olan dinlerin içinden gerçek dini almak gerisini çöpe atmaktır.
   
 
  TENKİD7

122- Resûlullah’a atfen: “Kazancın en kötüsü, fahişenin mehri, köpeğin parası ve haccamın kazancıdır.” (Müslim 40/17 C.8 Sönmez Neşriyat A.Ş. )

123- Resûlullah’a atfen: Köpeğin parası habistir; Fahişenin mehri habistir; haccamın kazancıda habistir.” (Müslim, 41/17 C.8 Sönmez Neşriyat A.Ş. )

124-........... Ebû Cuhayfe’nin oğlu Avn şöyle demiştir: babam Ebû Cuhayfe bu köleye emretti de, onun kan alma âletleri kırıldı. Ben babamdan bu kırmayı sordum. O şöyle cevap verdi: Peygamber (S) köpek bedelinden, kan alma ücretinden nehyetti.......... (Buhâri, Kitabu’l-Buyû 38 C.4 S.1929 Ötüken 1987 )

Hacamatın serbest, hacamat ücretinin yasak olduğu şeklinde rivayet ettiklerinin anlaşılmaması gerekir, zira diğer bir rivayette hacamatçılardan uzak durulması gerektiği rivayet edilmiştir, Şöyle ki:

125-......... Haccâm çağrılınca Ömer şöyle dedi:
- Resûlullah (s.a.)’ı şöyle derken işittim:
“-Ben teyzeme, kendisi için bereket olacağını umarak bir köle hediye ettim ve ona; köleyi hacamatçıya, kuyumcuya ve kasaba verme dedim.” (Ebû Davud, K. El- İcâre (22) Bab 41 H.3430 S.507 Şamil 1991 )

Böylece çok övdükleri bir konuda kendi kendilerini yalanlamış oldular.

Yine rivayet ettiler ki:

126- Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: “Sa’d İbnu Mu’âz radıyallahu anh kolundaki (can) damarından isabet aldığı zaman Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm onu elindeki uzunca bir demir çubukla bizzat dağladı. Ancak yarası tekrar şişti. Resûlullah ikinci sefer dağladı.” (K.S. 4018 C.11 S.324 Akçağ, alıntısı Müslim, Selam 75,(2208); Ebû Dâvud, Tıbb 7,(3868) )

127- Tirmizi nin Hz. Enes’ten yaptığı bir rivayette, Enes radıyallahu anh der ki: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Sa’d İbnu Zürâreyi sivilce sebebiyle dağladı.” (K.S. 4019 C.11 S.325 Akçağ 1991, alıntısı Tirmizi, Tıbb 11,(2051) )

128- İmrân İbnu Husayn radıyallahu anhumâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bizi dağlama yapmaktan nefyetti. Ancak biz, (ona başvurmaya zorlu yan) durumlarla karşılaştık. Birçok defalar dağlama yaptık, rahatsızlığımızdan kurtuluş bulamadık.” (K.S. 4020 C.11 S.325 Akçağ 1991 alıntısı, Tirmizi, Tıbb 10,(2050); Ebû Dâvud, Tıbb 7, (3865) )

129- İmran İbnu Huseyn radıyallahu anhumâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Ümmetimden yetmiş bin kişi  (Mahşer’de) hesaba çekilmeden cennete girecektir!” buyurdular. Kendisine: “Ey Allah’ın Resûlü! Bular kimlerdir?” diye sual edildi.
“Onlar, kendilerini dağlatmayanlar, rukyeye baş vurmayanlar, teşâ’üm’e (uğursuzluğa) inanmayanlar ve Rablerine tevekkül edenlerdir!” buyurdu............... K.S. 4034 C.11 S.350 Akçağ 1991 alıntısı, Müslim, İman, 371, (218). )

Dağlama konusundaki rivayetlerinin çelişkili olduğu açıktır.

Yine rivayet ettiler ki:

130- İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Uğursuzluk çıkarmak şirktir, uğursuzluk çıkarmak şirktir, uğursuzluk çıkarmak şirktir........ (K.S. 4093 C.11 S.464 Akçağ 1991, alıntısı Ebû Dâvud Tıbb 24,(3910); Tirmizi, Siyer 47, (1614). )

131- Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Ne sirayet (bulaşma), ne de uğursuzluk vardır.......... (K.S. 4094 C.11 S.465 Akçağ 1991 alıntısı, Buhâri Tıbb 44,54; Müslim, Selam 113,(2224); Ebû Dâvud, Tıbb 24, (3916); Tirmizi, Siyer 47, (1615). )

Görüldüğü gibi, kesinlikle uğursuzluk diye bir şey olmadığını hatta bir şeyde uğursuzluk telakki etmenin şirk olduğunu, ayrıca hastalık bulaşması diye bir şey olmadığını rivayet ettiler. Bu iddialarının yanında birde şu rivayetleri tahdis ettiler:

132- Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Bir adam dedi ki: “Ey Allah’ın resûlü! Biz bir evdeydik, oradayken sayımız çok, malımız bol idi. Sonra başka bir eve geçtik. Burada sayımız da azaldı, malımız da.”
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Burayı zemim (addederek) terkedin! buyurdular. (K.S. 4099 C.11 S.472 Akçağ 1991, alıntısı, Ebû dâvud Tıbb 24, (3924). )

Burada kabul edilen ‘zemimlik’ uğursuzluk manasında kullanılmıştır, yoksa evin sağlık şartları bakımından elverişsiz olması değildir, zira mallar, bağ, bahçe olabildiği gibi, altı, gümüş v.s. De olabilir, mal deyimi genel bir ifadedir ve ayırım yapılmamıştır.
Zaten başka bir rivayette uğursuzluğu açıkça kabul etmişlerdir, şöyle ki:
 
133-.......... Bana Mâlik, İbn Şihâb’dan; o da Umer’in iki oğlu Hamza ile Sâlim’den; onlarda babalarından olmak üzere tahdis etti ki, Resûlullah (S): “Uğursuzluk kadında, evde ve atta olur” buyurmuştur.(Buhari, Kitâbu’n-Nikâh 31 C.11 S.5187 Ötüken 1988 )

Böylece adetleri üzere yine kendi kendilerini yalanlamış oldular.

Kur’an’a göre, insanların başına bir musibet geldiğinde bu onların işlemiş olduğu işler yüzündendir. Yoksa onların kullanmış oldukları ev, elbise, binek v.s. İle ilgisi yoktur, buna göre uğursuzluk veya günlerin birbirinden farkı yoktur. Zamanın kendisi uğursuz sayılamaz, zaman belalı gelmişse bu işlenmiş olan işlerden o işi işlemiş olanlar yüzündendir. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizin yaptığı (işler) yüzündendir. (Allah, işlediklerinizin) birçoğunu da affeder. 42/30

Yine rivayet ettiler ki:

134- İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün) aramızda doğrulup:
“(Hastalık nev’inden) hiçbir şey hiçbir şeye sirayet etmez!” buyurmuşlardı ki bir bedevi:
“Ey Allah’ın resûlü! Nasıl olur? Bir deve sürüsüne kuyruğu ile haşefesini uyuzlaşmış bir deve gelince hepsini uyuzlu yapar! dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: “Pekalâ birincisini kim uyuzladı? Ne sirayet, ne safer vardır......... (K.S. 4836 C.14 S.17 Akçağ 1992 alıntısı, Tirmizi, Kader 9, (2144). )

Rivayet ettikleri bu hadislerle hastalık bulaşması diye bir şey olmadığını rivayet ettiler. Bu ise gerçeklere uymayan bir husustur, ilk deveye kim bulaştırdı demek, ilk deveyi kim doğurdu demeye benzer, bunun ise bir mantığı yoktur, ilklerin başlaması ilk aşama olarak kendi başlarınadır. Bazı hastalıkların bulaştığı tıbben sabittir. Kendileri de bu rivayetlerini yalanlayan aşağıdaki rivayeti tahdis ettiler:

135-............ İbn Abbâs dedi ki, Resûlullah (S)’ten işittim şöyle buyurdu: (Veba hastalığı hakkında) “Bu hastalığın bir yerde çıktığını işittiğiniz zamân oraya girmeyiniz. Hastalık sizin bulunduğunuz yerde vâkı’ olursa, oradan kaçmak için sakın o yerden dışarı çıkmayınız!” Abdullah  - Bunun üzerine Umer, Allah’a hamdetti, sonra ayrıldı, demiştir. (Buhâri, Kitâbu’l-Tıbb 44 C.12 S.5757 Ötüken 1988. )

Yukarıdaki iki rivayet birbirleriyle çelişkili olduğu gibi, kendi içerisinde de çelişkili olan şu rivayeti tahdis ettiler:

136-............ Bize Said ibnu Minâ tahdis edip şöyle dedi: Ben Ebû Hureyre (R)’den işittim, şöyle diyordu: Resûlullah (S): “Hastalığın (sâhibinden bir başkasına) kendi kendine sirâyeti yoktur, eşyada uğursuzluk yoktur. Ükey ve baykuş (ötmesinin te’siri ve kötülüğü) da yoktur. Safer ayında uğursuzluk yoktur. (Bunlar Câhiliyet hurâfeleridir.) Fakat ( ey mü’min) sen cüzâmlıdan, arslandan kaçar gibi kaç!” buyurdu. (Buhâri, Kitâbu’t-Tıbb 27 C.12 S.5740 Ötüken 1988 )

Madem ki hastalık bulaşması yoktur Cüzâmlıdan kaçmanın manası nedir ki, bu açık bir çelişkidir.

137- Sa’id İbnu Ebi Vakkâs radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Kim her sabah acve hurmasından yedi tane yerse o gün geceye kadar ona ne zehir ne de sihir zarar verir. K.S. 3987 C.11 S.270 Akçağ alıntıları, Buhâri, Tıbb 52,56, Et’ime 43; Müslim, Eşribe 154,(2047); Ebû Dâvud, Tıbb 12, (3875,3876). )

Bu öyle bir iddiadır ki, boş bir iddia olduğu basit bir deneme ile hemen anlaşıla bilir. Değil yedi acve hurması, kişi yedi sepet acve hurması yerse kendisine verilecek biraz güçlü bir zehirin etkisinden kurtulamaz. Zira acve hurmasının öyle bir etkisi olsaydı ilaç olarak eczanelerde satılacak ve kimse zehirlenme yoluyla ölmeyecekti, fakat gerçekler bu iddianın aksi yöndedir. Bu rivayete inanan bir kimseye, haydi yedi adet acve hurması ye, bizde sana istediğimiz bir zehir verelim ve sana tesir etmediğini ispatla dersek, sanmam ki dünyada bunu göze alacak aklı başında bir kişi çıksın.

138- Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Ölüm dışında hiçbir hastalık yoktur ki çörek otunda onun için bir deva bulunmasın.” (K.S. 3986 C.11 S.268 Akçağ 1991 alıntısı, Buhari, tıbb 7; Selam 89, (2215); Tirmizi, Tıbb 5,(2042), 22,(2071). )
 
Çörek otunun her hastalığın ilacı olduğu yolundaki iddia, acve hurması için uydurulan türden boş bir iddiadır, Bir çok araştırmalara rağmen kanser gibi bazı hastalıkların ilacı bilinemezken, böyle bir iddia gerçeklere uymamaktadır.

140- İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor:”Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ı işittim, diyordu ki:Rukyelerde, temimlerde (muskalarda), tivelelerde (muhabbet muskası) bir nevi şirk vardır....”.... (K.S. 4035 C.11 S.353 Akçağ 1991, alıntısı, Ebû Dâvud, Tıbb 127,(3883). )

141- Hz. Ebu Sa’ad radıyallahu anh anlatıyor:”Biz,Resûlullah aleyhissalâtu vesselâmın çıkardığı askeri) bir seferdeydik. Bir yerde konakladık. Yanımıza bir câriye gelip: “Obamızın efendisi Selim’i bir zehirli soktu. Onunla meşgul olacak erkekler de şu anda yoklar. Sizde rukye yapan biri var mı?” dedi. Bunun üzerine bizden rukye hususunda mahâretini bilmediğimiz bir adam kalkıp onunla gitti ve adama okuyu verdi. Adam iyileşti. Kendisine otuz koyun verdiler. Bize sütünden içirdi. Ona :”Yahu sen rukye bilir miydin?” dedik. “Hayır, ben sadece Fatiha okuyarak rukye yaptım” dedi. Biz kendisine “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a sormadan (bu verdiklerine) dokunma!” dedik. Medine’ye gelince, durumu ona söyledik. Aleyhissalâtu vesselâm “Fatiha!nın rukye olduğunu (tedavi maksadıyla okunacağını) sana kim söyledi? Verdikleri koyunları paylaşın, bana da bir hisse ayırın! buyurdular.” (K.S. 4033 C.11 S.346 Akçağ 1991 alıntısı Buhâri, Tıbb 39, 33,İcâre 16, Fedâilu’l-Kur’an 9; Müslim, Selam 66,(2201); Ebû Dâvud, Tıbb 19,(3900); Tirmizi, Tıbb 20, (2064,2065). )

Rivayetlerinin çelişkili olduğu açıktır. 140. Rivayette rukye yapmak şirk olarak sayılmışken. 141. Örnekte ki rivayette güya, Resûlullah fatihayla rükne yapılmasını tasvip etmiş, hatta Fatiha’nın rukye olduğunu söylemiş ve ücret olarak alınmış olan koyunlardan pay istemiştir. Kesin olarak! Kur’an ayetleri hastaların üzerine okunup üflenmek için inmemiştir. Bu yönden şifa verme hususunda tesirleri yoktur. Böyle olduğu da denemeyle kolayca anlaşıla bilir. İnsanlar, Kur’an ayetlerini, baş ağrısı, karın ağrısı v.s. gibi hastalıklara okuyup üflerler, bu tip hastalıklar kendi kendilerine vücut direnci yoluyla geçebilen  hastalıklardır. Eğer ki böyle bir iddia gerçek olmuş olsaydı, yani örneğin, Fatiha rukye olmuş olsaydı sakat bir kimseye okunduğunda da tesir etmesi gerekirdi. hal bu ki sakat olan bir kimseye kıyamete kadar okunup üflense şifa yönünden tesir meydana gelmez, bu durum Kur’an’ın bir zaafı değildir. Zira Kur’an’ın iniş amacı bu değildir. Her gün milyonlarca kişi defalarca Fatiha Sûresini okumaktadır. Buna rağmen hastalandıklarında doktora gitmek zorunda kalmaktadırlar. Bundan da yapılan iddiaların tıbbi şifa yönünden gerçeklere uymadıklarını anlamak mümkündür.

Yapmış oldukları tedavi ile ilgili bazı rivayetler de okuyup üfleme yerine, okuyup tükürmeyi tahdis etmişlerdir. Amaçları saygısızlık etmektir, yoksa, Kur’an okumayla hastaya tükürmenin bir ilgisi yoktur, Şöyle ki:

142- Hârice b. Es-Salt, amcasından rivayet ettiğine göre: O (Hârice’nin amcası) bir kavme uğradı. Kavimdekiler onun, yanına gelip;
- Şüphesiz sen o zat (Hz. Peygamber)’in yanından hayırlı bir şey getirmişsindir, bizim için şu adama rukye yap, dediler ve kendisine iplerle bağlı deli bir adam getirdiler.
Harice’nin amcası sabahlı akşamlı üç gün adama Fatiha Sûresini okudu. Sûreyi her bitirişinde tükürüğünü biriktiriyor sonra da tükürüyordu. Adam sanki kösteğinden kurtulmuş gibi oldu, (iyileşti). (Delinin arkadaşları) rukye yapan zata (ücret olarak) bir şey verdiler. Adam, Resûlullah (s.a.)’a gelip durumu haber verdi.
Efendimiz (s.a):
“-Ye, ömrüme yemin ederim ki, kimileri bâtıl bir rukye ile yerler, sen ise hak bir rukye ile yersin.” buyurdu. (Ebû Dâvud, K. el-icâre (22) Bab 37 C.12 S.496 R.3420 Şamil 1991 ).

143-.......... Bize Sufyân ibn Uyeyne, Abdu Rabbih ibnu Sa’d’den; o da Amre bin tu Abdirrahman dan haber verdi ki, Âise (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) rukye tedâvisinde şu duâyı söylerdi: “Allah’ın ismiyle. Şu bizim yurdumuzun toprağı ve bâzımızın tükürüğüdür. Bunlardan Rabb’imizin izniyle hastamız şifâlanır!” (Buhâri, Kitabu’l Tıb 61 C.12 S.5769 Ötüken 1988 )

Putperestler taştan topraktan yaptıkları putlardan medet umarlardı, kim bilir, belki de tükürükten medet ummak onların bile aklına gelmemiştir. Peygamberi bunların iftiralarından tenzih ederim. Kur’an’la, tükürüğü bir olayın tamamlayıcı unsurları olarak düşünmek, Kur’an’a açıktan açığa yapılmış bir saygısızlıktır. Bütün bu gibi şeylerle esas olarak yapmak istedikleri, Kur’an’ın iniş amacıyla ilgili olarak insanları yanlış yönlendirmek ve Kur’an’ı onların gözünden düşürmektir, yoksa Kur’an’ın okunup hastalara üflenmesiyle veya tükürükle hiçbir ilgisi yoktur, neyi, neyin seviyesine indirmeye çalıştıkları çok düşündürücüdür.

Kur’an’ın, bunların iddia ettikleri gibi bir tedavi kitabı olmadığı konusunda Kur’an’dan mealen:

- Eğer kendisiyle dağların yürütüldüğü, yâhut arzın parçalandığı, yâhut ölülerin konuşturulduğu bir Kur’an olsaydı (bu Kitâb olurdu). Ama bütün işler Allah’a aittir. İman edenler hâla anlamadılar mı ki, Allah dileseydi, bütün insanları yola iletirdi? Yaptıkları (küfür ve kötü işler) yüzünden inkar edenlerin, başlarına âni bir belâ gelecek, yâhut (o belâ) evlerinin yakınına konacak, Allah’ın va’di gelinceye kadar bu böyle sürüp gidecektir. Allah, va’dinden aslâ dönmez. 13/31

Kur’an okunduğunda ne dağlar yürütülür, ne yer parçalanır, nede ölüler konuşturulabilir. Ancak hidayet bulmak için onun ayetlerinden istifada edilir. Yoksa, Kur’an ayetlerinin okunup hastaya üflenmesinin hastaya sağlayacağı hiçbir yarar yoktur. Bu gibi iddialar, Kur’an’ın iniş amacını saptırmaya yönelik iddialardır.
 
GÖZ YANİ NAZAR DEĞMESİ HAKKINDA DA BİR TAKIM ASILSIZ RİVAYETLER UYDURMALARI

144-............ Ebû Hureyre (R): Resûlullah (S) : “Göz değmesi haktır (sâbittir)” buyurdu ve döğme yapmaktan nehyetti, demiştir. Buhari, Kitâbu’l-Libâs 154 C.13 S.5952 Ötüken 1989, diğer rivayet edenler Müslim 2187; Ebû Dâvud 3879; Bak, K.S. 4042 )

145-............ Bize ez-Zuhri, Urve ibnu’z-Zubeyr’den; o da Ebû Seleme’nin kızı Zeyneb’den; o da annesi Ümmü Suleym(R)’den şöyle haber verdi: Peygamber (S), zevcesi Ümmü Seleme’nin evinde, yüzünde sarılık eseri bulunan bir kız çocuğu gördü de: “Bu kız çocuğuna rukye tedâvisi yapınız! Çünkü bunda nazar değmesi vardır” buyurdu. (Buhâri, Kitâbu’t-Tıbb 54 C.12 S.5765 Ötüken 1988 )

İddialarınca bir kimse yalnızca bakmak suretiyle, bir canlıya veya bir eşyaya baktığında onu fiziksel olarak etkiliye bilir ve ona zarar  verebilir. Buna inanan bir çok kimse başına gelen her çeşit felaketi veya istemediği bir durumu göz değmesine bağlamaktadır. Öyle ki: Hastalansa, bir yakını ölse, işi istediği gibi gitmese veya malına bir zarar gelecek olsa, kendisine nazar değdiği kanaatinde ve inancındadır, hatta kendisine nazar değdirdi diye, hiç ilgisi olmayan ve olması da mümkün olmayan kimseleri suçlama yoluna gider. Bu inançta olan kimseler, önlem olarak nazar boncuğu ve nazarlık diye adlandırdığı cam parçalarından ve hatta eşek veya at nalından medet ummakta, bunları kendi üzerine, yakınlarının üzerine veya mallarının üzerine asarak nazar değmesinden koruyacaklarına inanmakta ve dolayısıyla bunları putlaştıra bilmektedir. Veya nazarın kendi yerine bunlara değeceğine inanan kimseler de vardır, güya nazar değdirecek şahsın nazarı bunlara isabet edecek, böylece kendisinin veya malının nazardan korunacağı inancında olan bazı kimselerde bunları kullanmaktadırlar. Bu inançlar o kadar yaygın durumdadırlar ki, ülke çapında nazar boncuğu veya çeşitli nazarlıklar imal eden bir sanayi mevcut olduğu gibi, kitleler tarafından bunlara büyük bir talep vardır. Bütün bu inançlar İslam dininde yeri olmayan inançlardır, hiç kimsenin bakışında öyle bir etki olmadığı gibi, cam veya başka şeylerin, insanları bu iddia çerçevesinde koruma özelliği de yoktur.

Kendilerine İslam alimi diyen bir takım kimseler, nazarın varlığıyla ilgili olarak şu ayetleri delil getirmektedirler. Mealen:

-O inkâr edenler, zikri (Kur’an’ı) işittikleri zaman, neredeyse seni gözleriyle devireceklerdi. “O delidir” diyorlardı.
68/51

Ayette kafirlerin kin ve kızgınlıkları müteşabih olarak anlatılmıştır. Yani kaşlarını çatarak, sert sert baktıkları vurgulanmıştır. Nazara inanların ortak görüşü, kendilerine ait olan bir şeyin kıskanıldığı ve dolayısıyla kendilerine nazar değdiği şeklindedir. Ayette ise kafirlerin Kur’an’ı kıskandıkları veya Peygamberi kıskandıkları vurgulanmamıştır, tam tersine, kafirler kin ve öfkeleriyle, Kur’an’ı tebliğ eden peygamber için deli ifadesini kullanmışlardır. Bu yönden nazara inananların inancıyla mealini yazmış olduğum bu ayeti bağdaştırmak mümkün değildir. Diğer bir hususta, ayette kafirlerden kitle olarak bahsedilmiştir, eğer iddia edildiği gibi bir nazar değdirme olayı olmuş olsa, bu kafirlerin tamamının nazar değdire bilme özelliğine olup, nazar değdire bildikleri neticesine varılır ki bu da saçma bir iddi olmuş olur. Kaldı ki nazara inananlar bu özelliği, kafir olsun, Müslüman olsun ancak bazı özel kimselere isnat etmektedirler. Bu itibarla ayeti nazar değdirme olayı ile bağdaştırmağa imkan yoktur ve dolayısıyla İslam dinine göre nazar değdirme olayı da yoktur.

Nazar değdirme olayı iddialarına delil gösterdikleri bir diğer ayette ‘Yusuf Sûresi 67.’ ayetidir, mealen:

- Ve deki: “Oğullarım, (Mısır’a) bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin ama ben(ne yapsam) Allah(ın takdir)inden hiçbir şeyi sizden savamam, Hüküm, yalnız Allah’ındır. Ben O’na tevekkül ettim, tevekkül edenler de O’na tevekkül etsinler!” 12/67

Ayet içinde geçen, ayrı ayrı kapılardan şehre girilmesi olayını nazar değmesine bağlamaktadırlar. O zaman şu soruyu sormak lazım, hep beraber bir kapıdan girdiklerinde kardeş olduklarını bilip onları kıskanmak suretiyle kim nazar değdirecekti, öyle ki birbirleriyle akrabalıkları olmayan bir kafile olarak yorumlanmaları da mümkündür. farz edelim ki kapıda kardeş oldukları bilindi ve kıskanılmak suretiyle onlara nazar değdirme olayı mümkün hale gelmiş olsun, aynı olay şehirde gezinmeleri halinde de mümkündür, nitekim hep birlikte gidip zahire istemişlerdir. Kapıda kendilerine nazar değdirilebiliyorsa şehirde de toplu olarak gezdiklerinde kendilerine nazar değdirile bilir. Halbuki ayette şehri gezdiklerinde, şehir içinde de ayrı ayrı gezmeleri bildirilmemiştir, hatta şehirden çıkmaları durumunda, hem de zahire yükleri de tam da doluyken ayrı ayrı kapılardan çıkmaları da söylenmemiştir. Bu itibarla, bu ayetin nazarla hiçbir ilgisi yoktur. Olsa olsa, şehre ayrı ayrı kapılardan girmelerinin istenmesi, bir kısmı şehre girmekten engellense diğerleri girebilsin ihtimaliyle ilgili olabilir, bu da makul bir davranıştır. Böyle bir önlem mahzurlu olmamakla beraber, Allah’ın istemesi halinde, Allah’ın hükmünü hiçbir önlemin geri çeviremeyeceği ve Allah’a tevekkülün gerekliliğini vurgulanmıştır.

Bu açıklamalardan da anlaşıldığı gibi, İslam inancında nazar değdirme olayı diye bir şey yoktur, bu konuda uydurulan rivayetler Kur’an’a uymamaktadır.
 
PEYGAMBERLER VE YAKINLARI HAKKINDA UYDURDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

146- İbnu Abbas (radıyallahu anhumâ) anlatıyor: “Hz. Ebu Bekr (radıyallahu anh) :”Ey Allah’ın Resûlü, saçların ağardı yaşlandın” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu Vesselâm): “Beni, Hûd, Vâkı’a, Mürselât, Ammeyetesâelun ve İzâ’ş-Şemsü Küvviret sûreleri ihtiyarlattı” cevabını verdi”. (K.S. 659 C.4 S.29 Akçağ 1988, alıntısı, Tirmizi, Tefsir, Vâkı’a. (3293). )

147- ............ Usmân ibn Abdillah ibn Mevheb: Ben Ümmü Seleme’nin yanına girdim. O bizlere Peygamber (S)’in saçlarından bir miktar boyanmış saç çıkarıp gösterdi, demiştir. (Buhari, Kitâbu’l-Libâs 113 C.13 S.5929 Ötüken 1989 )

148- ......... Ebu Cuhayfe (şöyle demiş):
-Ben Resûlullah’a beyaz gördüm ihtiyarlamıştı, Ali’nin oğlu Hasan’a benziyordu. (Müslim 107/127 C.10 Sönmez Neşriyat).

Yukarıdaki üç rivayette, Peygamberin yaşlanmış olduğu ve saçlarının beyazlandığını, beyazlanmış olan saçlarını boyadığı tahdis edilmiştir. Diğer başka rivayetlerde ise şöyle demektedirler:

149-......... Sâbit el- Bunâni şöyle dedi: Enes’e Peygamber’in sakalını boyaması (vâki’ olup olmadığı) soruldu da, Enes (R):
- Şu muhakkak ki, Peygamber (S) saç sakal boyayacak dereceye ulaşmadı. Eğer ben O’nun sakalındaki beyaz kılları saymak isteseydim muhakkak sayardım, dedi. (Buhâri, Kitâbu’l-Libâs 111 C.13 S.5928 Ötüken 1989 )

150- Enes’e Peygamberin saçının ağarıp ağarmadığı sorulmuş da:
- Allah onu beyazlıkla lekelemedi, demiş. (Müslim 105/126 C.10 Sönmez Neşriyat A.Ş. )

Bu iki rivayetle diğer üç rivayet arasında açık bir çelişki vardır. Peygamberden hadis rivayet ettiklerini iddia eden bu kimseler, peygamberin şimali hakkında dahi ihtilaf edecek kadar onu tanımamaktalar. Onu tanımadıklarına dair diğer hadis örnekleri:

151- Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm altmış üç yaşında vefat etmiştir.” (K.S. 5529 C.15 S.346 Akçağ 1992 alıntıları, Buhari, Menâkıb 10; Müslim, Fezâil 115,(2349); Tirmizi, Menâkıb 28,(3655). )
 
152- ... İbni Abbâs’tan naklen: “Resûlullah, Mekke’de on öç yıl kalmış ve altmış üç yaşında vefat etmiştir.” (Müslim 117/135 C.10 Sönmez Neşriyat A.Ş. )

153-........ İbni Abbâs rivayet etti ki: “Resûlullah altmış beş yaşında vefat etmiştir.” (Müslim 122/138 C.10 Sönmez Neşriyat )

Görüldüğü gibi peygamberin yaşı konusunda ki hadisler çelişkili olup, İbni Abbâs’tan peygamberin vefat yaşını 63 ve 65 olarak rivayet etmeleri ilginçtir.

154- Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah yüzüğünü sağ eline takardı.” K.S. 2100 C.7 S.474 Akçağ 1988 alıntısı, Ebû Dâvud, Hâtim 5,(4226); Nesâi, Ziynet 49,(8,175). )

155- İbnu Ömer (radıyallahu anhumâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yüzüğünü sol eline takardı ve kaşını avucunun içine getirirdi. İbnu Ömer de böyle yapardı.” (K.S. 2102 C.7 S.474 Akçağ 1988 alıntısı, Ebu Dâvud, Hâtim 5,(4227,4228). )

156-............. Bize Sufyân el-A’meş’ten; o da Ebû Vâil’den; o da Abdullah ibn Mes’ûd (R)’dan tahdis etti ki, Peygamber (S): “sizden hiçbiriniz sakın benim Yûnus’tan hayırlı olduğumu söylemesin” buyurmuştur. (Buhari, Kitabu’l-Enbiy3a 86 C.7 S.3224 Ötüken 1987. )

157-.......... Bize Şu’be, Katâde’den; o da Ebû’l-Âliye’den; o da İbn Abbâs (R)’tan tahdis etti ki, Peygamber (S) : “Hiçbir kul için: Ben muhakkak Yûnus ibn Mettâ’dan hayırlıyım, demesi uygun değildir” buyurmuş ve Yûnus’u babası Mettâ’ya nispet etmiştir. (Buhari, Kitâb’l-Enbiyâ C.7 S.3225 Ötüken 1987. )

158- .......... Ben Humeyd ibn Abdirrahmân’dan; o da Ebû Hureyre (R)’den işittik ki, Peygamber (S): “Hiçbir kul için: Ben Yûnus ibn Mettâ’dan hayırlıyım demesi yakışmaz” buyurmuştur. (Buhari, Kitâb’l-Enbiyâ C.7 S.3226 Ötüken 1987.)

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
 
müslümanlar bir arada olmalı
 
Toptan Allah'ın dinine sarılmak budur. ayrı ayrı inançlarla bağımsız hareketlerle din olmaz.
İşiniz ve zamanınızı Allah'a adayın.
Nasıl?
 
Önce birbirimizi tanıyalım ve ne yapacağımızı öğrenelim. Sonrası kolay.
Allah yolu çizmiş zaten.
Ana Tema ne?
 
Malın ve canın Allahın bunu biliyorsun. Cennet karşılığında sattın sen onu... Şimdi malın canın ve kaybederim diye korktuğun eşin, işin, ticaretin, evin yurdun varsa sen uzak dur. Müslüman olunca sen de gel aramıza. Tek kural şu ki, adın kim olursa olsun müslüman ve kimle olursan ol müslümanlar toplumundansın. Cemaatin olamaz, örgütün olamaz.Tek başına karar veremez ve uygulayamazsın. Allahın dini için insan sözleri bağlayıcı değildir ve kur'an dışında kaynak olamaz.
Sonuç,
 
Bu site sadece müslümanlara açıktır ve adı müslüman olup kendi olmayanlarla bizim işimiz yok onlar da bizi rahatsız etmezlerse seviniriz...
 
Tam 42395 ziyaretçi (92671 klik) burdaydı!
kur'andan değerli okunacak ne var? O halde önce kur'an burada anlaşalım... Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol