Müslümanlar için hazırlanan sitenin tek amacı, adı islam olan dinlerin içinden gerçek dini almak gerisini çöpe atmaktır.
   
 
  TENKİD9

 İnsanları, Kur’an’a karşı şüphede bırakmak için şu rivayeti uydurdular:

192- .............. Bize Hişâm ibn Yûsuf, Ma’mer ibn Râşid’den; o da ez- Zuhri’den; o da Ubeydullah ibn Abdillah’tan haber verdi ki, İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S)’in vefâtı yaklaştığı zamân, evde içlerinde Umer ibnu’l-Hattâb’ın da bulunduğu bir takım adamlar varken, Rasûlullah (S) :
- “Gelin size, ondan sonra hiç sapmayacağınız bir yazı yazayım” buyurdu.
Umer:
- Peygamberin hastalığı ağırlaştı, Yanınızda Kur’an vardır. Bize Allah’ın Kitâbı yeter, dedi.
Bunun üzerine evdeki sahâbiler ihtilâf ettiler ve münâkaşa edip çekiştiler. Onlardan kimi: “Yazacak bir şey yaklaştırın da Rasûlullah sizler için ondan sonra sapmayacağınız bir yazı yazsın” diyor; kimi de Umer’in dediği sözü söylüyordu. Nihâyet onlar Peygamberin yanında gürültü ve ihtilâfı çoğalttıkları zamân, Peygamber onlara:
-”Yanımdan kalkın (benim yanımda çekişme lâyık olmaz)!” buyurdu.
Râvi Ubeydullah ibn Abdillah şöyle dedi: İbn abbâs bu hadisin sonunda:
- Âh! Ne büyük musibet ki, gürültü etmeleri ve ihtilâf eylemleri yüzünden o musibet, Rasûlullah ile sahâbiler için yazmak istediği bu yazı arasına perde oldu! dedi. (Buhari, Kitâbu’l-İ’tisâm bi’l-Kitâbi ve’s-Sünnetti 93 C.16 S.7236-7237 Ötüken 1989 ).

Bu uydurma hadisle, Kur’an’ın ihtilafları önlemekte yetersiz kalacağını vurgulamak istedikleri açıktır. Bu da Kur’an’a açık bir saldırıdır. Ayrıca peygamberin vefatı zamanında Kur’an’ın elde mevcut olduğunu söylemekle, Kur’an’ın peygamberin vefatından sonra ordan burdan derlendiğini tahdis ettikleri birçok rivayetleriyle de çelişkilidir. Kur’an’a saldırı amaçlı çeşitli rivayetler uydurmuşlardır, Kur’an’ı anlamış olsalardı bu tür iftiralarda bulunmaktan dolayı utanmaları gerekirdi, nasıl mûazzam bir kitapla karşı karşıya olduklarını bilmiyorlar.

Bu konu da örnek verecek olursam, Kur’an’dan mealen:

- Bu (Kur’an) insanlara bir açıklama, (Allah’tan) korkanlara yol gösterme ve öğüttür. 3/138

- Andolsun biz Kur’an’da insanlara her çeşit misâli türlü biçimlerde anlattık, ama insanlardan çoğu küfürde direttiler. 17/89
 
- Allah, size Kitâbı açıklanmış olarak indirmiş iken ben O’ndan başka bir hakem mi arayayım? Kendilerine Kitap verdiklerimiz, O (Kur’â)nın, gerçekten Rabb’in tarafından indirilmiş olduğunu bilirler, onun için hiç kuşkulananlardan olma. 6/114

Peygamberin Ay’ı iki parçaya ayırdığını rivayet ederek, Delil olarak, Kamer Sûresinin 1. Âyetini gösterdiler, şöyle ki:

193-........... Bize Şeybân, Katâde’den tahdis etti ki, Enes ibn Mâlik (R): Mekke ahâlisi Peygamberden kendilerine bir mucize göstermesini istediler. Peygamber (S) de onlara Ay’ın ayrılmasını gösterdi, demiştir. (Buhâri, Kitâbu’t-Tefsir 388 C.10 S.4813 Ötüken 1988. )

194-............ İbn Mes’ûd (R) şöyle demiştir: Rasûlullah zamânında  Ay, iki parçaya ayrıldı. Bir parçası dağın üstünde, bir parçası da önünde idi. Bunu üzerine Rasûlullah (S):
- “Şahit olun” buyurdu. (Buhâri, Kitâbu’t- Tefsir 385 C.10 S.4812 Ötüken 1988 )

195-............ İbn Abbâs (R): Peygamber (S) zamânında Ay yarıldı, demiştir. (Buhari, Kitâbu’t-Tefsir 387 C.10 S.4812 Ötüken. )

Yapmış oldukları rivayetlerde, Ay’ın iki parçaya ayrıldığını, bir parçası dağın üstünde, bir parçası da önünde yer aldığını iddia etmişlerdir. Yer kürenin yarıçapı 6366 km dir. Ay’ın yarıçapı da 1738 km dir. Hacim olarak ta Ay’ın hacmi Yer kürenin 50 de biri kadardır. Böylesine büyük bir hacme sahip olan Ay’ın dünyada mevcut olan bir dağ tarafından, dağın üstünde ve önünde olmak üzere ikiye ayrılamayacağı açıktır. Ay’ın gelip iki parça halinde Dünyaya indiğini kabûl etsek dahi, yarısı hangi dağın önünde durursa dursun dağın gözükmesi imkansızdır. Zira Ay’ın yarıçapı 1738 km’dir.Böyle bir durumda Ay dağın önünde yer aldı denmez. Ay ülkeleri kapattı denir. Böylece gerçek olan bir olayı yalan rivayetler uydurmak suretiyle çarpıtmışlardır. Kendi ifadeleriyle, Ay’ın yarılması olayı, Mekke’de hicretten beş sene kadar önce olmuştur, yine kendi ifadeleriyle, kendilerinden rivayette bulundukları, Enes’de, İbn Abbâs da o tarihte henüz doğmamış ya da bebek denecek yaşta idiler.Buna rağmen bu iki şahıs adına rivayet uydurmaktan çekinmemişlerdir.
Olayın aslı ise şu şekildedir: Ay’ın yüzeyi 2000-3000 metre derinlikte ve uzunlukları çok fazla çatlaklar ihtiva etmektedir.Yer küreden bakıldığında tam karşıda oldukları için dünyadan derinliklerini ölçmek güçtür. Fakat kesin bir gerçektir ki nasıl bir karpuz derince çatlarsa Ay’da bugün o şekilde çatlak vaziyettedir. Ve Peygamber’in yaşadığı devirde bu çatlakların mevcudiyetini tespit edecek cihazlar insanların elinde mevcut değildir.Dünya dışında olmuş olan bu olayı Kur’an’ın haber vermiş olmasının büyük bir önemi vardır. Kur’an’ın Allah kelamı olmadığına inanan kimselere sormak lazımdır.O zaman peygamber bu olayı nasıl bildi?
 
Bu husus Kamer sûresinde şöyle belirtilmiştir, meâlen:

-(Kıyamet) saat(i) yaklaştı, Ay çatladı.54/1

-Bir mucize görseler hemen yüz çevirirler ve “süregelen bir büyüdür” derler.54/2

-Yalanladılar, nefislerinin arzû ve heveslerine uydular. Hal bu ki her iş, yerini bulacaktır.54/3

-Andolsun, onlara (bâtılda kalmalarını) önleyecek (ibret verici olayları anlatan) haberler geldi.54/4

-Bunlar üstün bir hikmettir! Fakat uyarılar fayda vermiyor.54/5

Evet, Kur’an, Ay’ın çatlak olduğunu haber veriyor.

Şimdi de şu ifadelere bakalım:

“Ay’daki ovaların en önemlileri Fırtınalar denizi, Soğuk deniz, Dinginlik denizi ve Yağmurlar Denizi’dir. Ovaların ilgi çekici taraflarından birisi, yarıklardır. Ovalarda yer yer nehir yatağını andıran büyük yarıklar vardır. Güneş ışığı diplerine kadar inemediği ve yerküreden bakıldığında tam karşıdan görülükleri için, yarıkların derinliklerini ( bugünkü cihazlara rağmen) ölçmek güçtür. Ancak Ay’da 2-3 km derinlikte büyük çatlaklıklara rastlanmıştır.Bunların uzunlukları da çok fazladır. İncelemeler çatlaklardan bazılarının kenarlarının sarp, bazılarının da meyilli olduğunu göstermiştir.” (Ortaokul Fen bilgisi 1 Yazanlar Ömer BAYIN- Şükran GÜNEY- A. Rıza ÖZGEN, Milli Eğitim basımevi - İstanbul 1987 sayfa 74, M.E.G.S.B. Yayınları 106, Ders kitapları Dizisi 88.)

Görüldüğü gibi olay gerçek olup, rivayetçilerin anlattığı şekilde değildir.

196-......Ebû Hureyre (R) şöyle dedi: Peygamber (S) şöyle buyurdu: “Peygamberlerden hiçbir Peygamber yoktur ki, ona mucizelerden (kendi zamânındaki) insanların inandıkları kadar verilmiş olmasın. Mucize olarak bana verilen ise, ancak Allah’ın bana vahyettiğidir. Bunun için kıyamet gününde ben, peygamberlerin en çok Tâbi’i bulunanı olacağımı ümit ederim.”(Buhari Kitâbu Fedâili’l-Kur’an 3 C.11 s.5076 Ötüken 1988)

Bu rivayetle, Ay’ın Resûlullah tarafından ikiye ayrıldığı rivayeti çelişkilidir. madem ki, mucize olarak Resûlullah’a yalnız Allah’ın vahyettiği verilmiştir, o zaman Ay’ı ikiye ayırdığı ve bir parçasını dağın önüne getirdiği nasıl izah edile bilir.

197-......Ebû Hureyre (r.a.)’den Resûlullah(s.a.)’ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
“Babalarınızın, annelerinizin ve putların adları ile yemin etmeyiniz.
Sadece, Allah’ın adı ile yemin ediniz. (Allah’ın adı ile de ancak (sözünüzde) doğru olduğunuzda yemin ediniz.”(Ebû Dâvud, K.el-Eymân ve’n-Nüzûr (21) Bab 4 H.3248 c.12 s. 186 Şamil 1991)

198-...Said b. Ebi Ubeyde’den Şöyle dediği rivayet edilmiştir:
İbn Ömer (r. Anhüma), ”Kabe’ye yemin ederim ki hayır” diye yemin eden bir adamı duyup ona:” Ben Resûlullah (s.a.)’ın; Allah’tan başkasına yemin eden (O’na) ortak koşmuştur, buyurduğunu işittim.”dedi.(Ebû Dâvud, K.el-Eymân ve’n-Nüzûr (21) Bab 4 C.12 H.3251 S.191 Şamil 1991 ayrıca,Tirmizi, Nüzûr 9.)

Görüldüğü gibi, Allah’tan başkası adına yemin edilmeyeceği, yemin edilmesi halinde bunun, Allah’a şirk koşma olduğunu rivayet ettiler. Bu rivayetlerinin yanında birde şu rivayette bulundular:

199-....Talha b. Ubeydullah(r.a.)- bedevinin kıssasını (anlatan) hadiste; Hz. Peygamber (s.a.)’in şöyle buyurduğunu söylemiştir:
“Babasına yemin ederim ki doğru söylüyorsa kurtuldu.Babasına yemin ederim ki, doğru söylüyorsa Cennete girdi.” (Ebû Dâvud, K. el-Aymân ve’-Nüzûr(21) Bab 5 H. 3252 c.12 s.193 Şamil 1991.)

Bu rivayetle de Peygamberin, bedevinin babası üzerine yemin ettiğini iddia etmişlerdir. Bu rivayetle evvelki iki rivayet çelişkili olduğu gibi, Peygambere dolayısıyla, şirk isnat etme iftirasında bulunmaktan çekinmemişlerdir. Zira, Allah’tan başkası adına yemin etmenin, Allah’a şirk koşma olduğunu ifade ettiler. Buna rağmen, Peygamberin bedevinin babası üzerine yemin ettiğini iddia ettiler. Peygamber onların yapmış oldukları iftiralardan münezzehtir.

Yemin etmenin manası, bir konuda yemin eden kimse doğru olduğuna veya sözünü yerine getireceğine dair kefil, yani koruyucu, gözetleyici, şahit göstermesi demektir. Ayrıca sözü kuvvetlendirmek, garanti etmek olduğu gibi, verilen sözü pekiştirmek veya önemini belirtmek için sözü vurgulamaktır. Yani bir kimse Allah adına bir olayla ilgili olarak yemin ettiği zaman, Allah’ı o olaya kefil göstermiş olmaktadır. Allah bir şey üzerine kasem ettiği zaman olayın kesin ve çok yüksek önemini vurgulamaktadır.
 
Yemin kelime olarak sağ taraf, bundan da sağ el, bundan da kesin söz manası çıkar. Bundan dolayı üzerine yemin edilenin yeminden dolayı İlâhlaştırılması söz konusu değildir. Zira, Allah yaratıklar üzerine kasem yani yemin etmektedir, bundan anlaşılması gereken konunun önemi ve kesinliğidir. Yoksa, Allah hiç kimseyi kendisine ortak etmez. Kullar ise Allah adına yemin ettiklerinde O’nu kefil göstermiş olmaktadır. Kefalet eşittir İlâhlık manasında değildir. Bundan dolayı, Allah adına yemi eden, yeminini yerine getirmediğinden dolayı kafir olmaz, fakat bilerek ve tasarlayarak yapılan yeminlerin sorumluluğu vardır, lağveden yani kesinlik kastıyla değil de öylesine, ağızdan kaçırmak suretiyle yemin sözü söylenmişse, Allah böylesine yemini affetmiştir. Allah yaratıklar üzerine kasem etmektedir. Bizim yeminlerimizde, bazı ayetlerde kendi adı üzerine yemin etmemizi emretmektedir. Kendim yemin ettiğimde Allah adına yemin ederim, çok gerekli değilse yemin etmem. Ayrıca şunu belirteyim ki bile bile Allah adına yalan yere yeminde edilemez ve her ne kadar, Allah yaratıklar üzerine yemin ediyorsa da, Kur’an’da kulların Allah’tan başkası adına yemin örneği yoktur. Bundan dolayı kulların, Allah’tan başkası adına yemin etmemeleri gerektiğini Kur’an öğretisinden anlamak mümkündür.

Bu konularla ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:

-Antlaşma yaptığınız zaman Allah’ın ahdini tam yerine getirin (verdiğiniz sözü tutun), pekiştirdikten sonra yeminleri bozmayın. Çünkü Allah’ı üzerinize kefil (şahit) yaptınız. Allah yaptıklarınızı bilir. 16/91

Yukarıdaki ayet mealinde, yeminle kefalet ilişkisini görmek mümkündür.

-Ey iman edenler! Birinize ölüm gelip çatınca vasiyet esnasında içinizden iki adalet sahibi kişi aranızda şahitlik etsin. Yahut seferde iken başınıza ölüm musibeti gelmişse sizden olmayan, başka iki kişi (şahit olsun). Eğer şüpheye düşerseniz o iki şahidi namazdan sonra alı kor. “Bu vasiyet karşılığında hiçbir şeyi satın almayacağız, akraba (menfaatine) de olsa; Allah (için yaptığımız) şahitliği gizlemeyeceğiz, (aksini yaparsak) bu takdirde biz elbette günahkarlardan oluruz” diye Allah üzerine yemin ettirirsiniz.5/106

-Eğer onların (yalancılıkla) günah işlediklerinin farkına varırsınız, hakkı yenilen taraftan o iki kişinin yerine geçecek daha layık iki kişiyi seçin. “Şahitliğimiz onların şahitliğinden daha gerçektir, biz hiçbir zaman kimsenin hakkını yemiş değiliz. Böyle bir durumda biz zalimlerden oluruz” diye Allah’a yemin etsinler.5/107

Yukarıdaki iki âyet mealinde görüldüğü gibi, Allah adıyla yemin edilmesi emredilmiş, şahitlerin nasıl kimseler olmaları gerektiği konusunda bilgi verilmiş ve vasiyet konusunda bile bile yalan yere yemin etmek zulüm derecesinde bir günah olarak tanımlamıştır.
Bazen de insan, durum olur, kendisine helal olan bir yemeği yemeyeceğine veya yapması gereken bir işi yapmayacağına yemin eder, bu gibi durumlarda düşünerek söylemişse ve yeminini bozmuşsa bu durumda kefâret vermesi gerekir. Lağv olarak, yani söz arasında kasıtsız olarak öylesine yemin etmişse, örneğin: Söz arasında, yalan söyleme kastı olmadan sözü pekiştirmek için nadir de olsa, Vallahi deyiveririz, bu gibi yeminleri Allah af etmiştir. Bu hususlarla ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:

-Ey iman edenler! Allah’ın size helal kıldığı iyi ve temiz şeyleri (siz kendinize) haram kılmayın ve sınırı aşmayın. Allah sınırı aşanları sevmez. 5/87

-Allah’ın size helal ve temiz olarak verdiği rızıklardan yeyin ve kendisine iman etmiş olduğunuz Allah’tan korkun. 5/88

-Allah sizi, yeminlerinizdeki lağvden (kasıtsız olarak yaptığınız yeminlerden) ötürü sorumlu tutmaz. Fakat bilerek yaptığınız yeminlerden ötürü sizi sorumlu tutar. Bunun keffâreti (geleceğe bağlı olarak yaptığınız bir yemini bozduğunuz takdirde bunun cezâsı): Âilenize yedirdiğiniz orta derecesinden on fakiri yedir(ip doyur)mak, yâhut onları giydirmek, ya da bir boyun (köley)i hürriyete kavuşturmaktır. Bunu bulamayan (bunları yapmaya gücü yetmeyen) kimse, üç gün oruç tutsun. İşte yemin ettiğiniz zaman yeminleriniz(i bozman)ın cezâsı budur. Yeminlerinizi koruyun. Allah, âyetlerini size böyle açıklıyor ki, şükredersiniz. 5/89
 
Görüldüğü gibi, yukarıdaki ayet meallerinde, yemin kavram olarak söylenmiş, ne üzerine yemin edildiği belirtilmemiştir, buna rağmen keffârete konu edilmiştir. Bundan da anlaşılır ki, kullar yemin ederken muhakkak Allah adı ile yemin etmelidirler.
Şimdi, Allah’ın, bir durumun önemiyle ilgili olarak, yaratıklar üzerine yemin etmesinden örnekler verirsek, Kur’an’dan mealen:

-Hayır! Yıldızların yerlerine yemin ederim. 56/75

-Bilirseniz, bu, büyük bir yemindir.56/76

-O, elbette şerefli bir Kur’an’dır. 56/77

-Korunmuş bir kitaptadır. 56/78

-Ona temizlenenlerden başkası dokunmaz. 56/79

-(O), alemlerin Rabbinden indirilmiştir. 56/80

-Şimdi siz, bu sözü mü küçümsüyorsunuz? 56/81

-(Kur’an’dan istifade edeceğiniz yerde) rızkınızı yalanlamanızdan ibaret mi kılıyorsunuz (sizin ondan elde ettiğiniz nasip, sadece onu yalanlamanız mıdır? Başka türlü ondan istifade edemez misiniz)? 56/82

Ayrıca, Allah kendi zatı üzerine de yemin etmektedir, şöyle ki Kur’an’dan mealen:

-Kafirlere ne oluyor ki sana doğru koşuyorlar? 70/36

-Sağdan, soldan, ayrı ayrı gruplar halinde. 70/36

-Onlardan her biri, nimet cennetine sokulacağını mı umuyor? 70/38

-Hayır! Öyle şey yok! Biz onları bildikleri şeyden yarattık.  70/39

-Yoo, doğuların ve batıların Rabb’ine yemin ederim ki bizim gücümüz yeter: 70/40

-Onları, kendilerinden daha hayırlı olanlarla değiştirmeğe. Bizim önümüze geçilmez (bize engel olunamaz). 70/41

-Bırak onları, kendilerine va’dedilen günlerine kavuşuncaya kadar dalsın oynasınlar. 70/42

 BÖLÜM 7

 -O gün (kabirlerinden) hızlı hızlı çıkarlar. Onlar dikilen (hedef)lere doğru koşar gibi (koşarlar). 70/43

-Gözleri düşük, yüzlerini zillet bürümüş bir durumda . İşte onlara va’dedilen gün, bugündür. 70/44

Yemin konusuna da bu şekilde deyindikten sonra, tekrar hadis rivayetleri konusuna dönersem, şöyle ki :

200- Buhari’nin Bâb başlığı olarak, Tirmizi’nin Mus’ab ibn Sa’d’dan rivayet ettiği hadis: “İnsanlar içinde belâsı en şiddetli olanlar peygamberlerdir. Sonra sırasıyla fazilette ilk olan, sonra ilk olandır”. (Buhâri, Kitabu’l-Merdâ ve’n_Tıbb, 3- Baâb başlığı C.12 S.5690 Ötüken 1988. )

201- ........... Bize Şu’be, el-A’meş’ten; o da Mesrûk’tan haber verdi ki, Âise (R): Ben Rasûlullah(S)’tan ziyâde hastalığı şiddetli olan hiçbir kimse görmedim, demiştir. Buhâri, Kitabu’l-Merdâ ve’n-Tıbb 6 C.12 S.5689 Ötüken 1988. )

Ve yukarıda yazılı rivayetler gibi birçok rivayette, âmel yönünden en iyi olanlara, en şiddetli bela ve musibet gelir iddiasındadırlar. Hal bu ki, Kur’an’da tam tersi durum söz konusudur, gelen musibetlerin şiddeti işlenmiş olan fanalıklar nedeniyledir, iyilikler nedeniyle değildir. Durum böyle olunca, hem peygamberler, hem de iyi kimseler onların yapmış oldukları iftiradan uzaktırlar. Ayrıca onların bu rivayetlerinde Müslümanları iyilik yapmaktan ürkütme amacı da vardır. İyilik yaparsan veya iyi olmaya çalışırsan başına belalar gelir demeleri, Müslümanları sevap işlemekten uzaklaştırma amacı iledir. Durumun, hiçte iddia ettikleri gibi olmadığına dair, Kur’an’dan örnek verecek olursak, mealen:

- Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizin yaptığı (işler) yüzündendir. (Allah, işlediklerinizin) birçoğunu da affeder. 42/30

Görüldüğü gibi uydurmuş oldukları, yulardaki rivayetler Kur’an’a uymamaktadır. Zira işlenenlerin bir çoğunun affedildiğine deyinilmesi, işlenenlerin ve dolayısıyla affedilmeyip musibete neden olan âmellerin günahlar olduğu açıkça ortaya çıkar. Çünkü af günahlar için söz konusudur.

202- Hz. Ebû Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissâlatu vesselâm buyurdular ki: “Muhakkak ki, Allah bu ümmet için, her yüz senenin başında, kendisine dini tecdid edecek kimse(ler) gönderecektir.” (K.S. 5577 C.15 S.427 Akçağ 1992 alıntısı, Ebû Davud, Melahim 1, (4391). )

Bu rivayetlerle, üstü örtülü olarak, her yüz senenin başında peygamber geleceğini iddia etmişlerdir. Bu iddia, İsa peygamber veya Mehdi geleceği yolundaki iddiaların bir benzeridir. Böylece, İslam dininin öğrenilmesinde, esas olanın, Kur’an değil de, özel şahıslar olduğunu vurgulamak istemektedirler. Hal bu ki, Nübüvvet sona ermiş olup, İslam dininin öğrenilmesinde esas olan tek kaynak Kur’an’dır. Tebliğ görevini de, Kur’an’ı öğrenen her Müslüman yerine getirebilir. Kıyamete kadar, en takvalısı dahil olmak üzere, bütün Müslümanların, bütün müminlerin ve İslam dinini öğrenmek isteyen herkesin. İslam dinini öğrenmek konusunda tek bilgi kaynağı Kur’an’dır. Kur’an bilgisi dışında ne özel bir şahıs nede özel bir bilgi kaynağı vardır.

Kur’an’dan mealen:

- Bir zamanlar, cinlerden bir grubu, Kur’an dinlemek üzere sana yöneltmiştik. Ona geldiklerinde (birbirlerine) : “Susun (dinleyin)” dediler. (Okuma) bitirilince de uyarıcılar olarak kavimlerine döndüler. 46/29

Görüldüğü gibi, Kur’an dinlemek ve böylece onu öğrenmek, uyarıcı olmak için yeterlidir. Bu her devirde yapılabilir, zira Peygamber ve Cinler, Kur’an’ın okunması ve işitilmesi dışında bir birleriyle karşılıklı görüşmemişlerdir. Peygamber, cinlerin Kur’an dinlediğinden habersizdi. Cinlerin, Kur’an dinledikleri kendisine vahiyle bildirilmiştir. Eğer karşılıklı olarak, birbirlerinden haberdar olmak suretiyle görüşmüş olsalardı, Cinlerin, Kur’an dinledikleri, peygambere vahiyle bildirilmeyecekti. Bu olay, sadece Kur’an dinlenilmesinin, İslam dininin öğrenilmesi ve uyarıcı olmak için yeterli olduğunun kesin kanıtlarındandır. Dinleme olayıyla ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:

- De ki: Bana vah yolundu ki, Cinlerden bir topluluk Kur’an dinlediler de şöyle dediler: “Biz hârikulâde (acaib) bir Kur’an dinledik. 72/1

- (O), doğru yola iletiyor, ona inandık. Artık Rabb’imize hiç kimseyi ortak koşmayacağız. 72/2

Dini öğrenme ve öğretme işinin, Peygamberler dışında ki, özel şahıslarla ilgili olmayıp, öğrenmiş olan her şahısla ilgili olduğuna dair.
 
Kur’an’dan mealen:

- Bütün müminlerin, toptan sefere çıkmaları doğru değildir. Her topluluktan bir grubun dini iyice öğrenmeleri ve kavimleri kendilerine dönüp geldikleri zaman onları ikaz etmek için geride kalmalıdır. Umulur ki sakınırlar. 9/122

Dikkat edilirse, mealini yazdığım âyette, her topluluktan bir grup denmiş olup, özel şahıslar söylenmemiştir. Bu itibarla da uydurdukları rivayetin aslı yoktur.


ŞEHİT VE GAZİLER İLE HİCRET VE SAVAŞ KONULARINDA UYDURDUKLARI HADİSLERDEN ÖRNEKLER

203- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm ) buyurdular ki: “Kim gazve yapmadan ve gaza yapmayı temenni etmeden ölürse nifaktan bir şube üzerine ölmüş olur.” (K.S. 1029 C.5 S.70 Akçağ, alıntısı, Müslim, İmâret 158,(1910); Ebû Dâvud, Cihâd 18, (2502); Nesâi, Cihad 2,(6,8). )

204- Ebu’n-Nadr merhum Abdullah İbnu Ebi Evfâ (radıyallahu anh)’dan naklen anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) düşmanla karşılaştığı günlerden birinde, güneşin meyletmesini bekledi. Sonra kalkıp yanındakilere şöyle dedi: “Ey insanlar, düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin, Allah’tan afiyet dileyin. Ancak karşılaşacak olursanız sabredin, bilin ki cennet kılıçların gölgesindedir. ................... (K.S. 1031 C.5 S.71 Akçağ, alıntıları, Buhâri, Cihâd 156,22,32,112, Temenni 8 ; Müslim, Cihâd 20,(1742), Ebû Dâvud, Cihâd 98,(2631). )

205. ........ Bize Ebû İshâk, Mûsa İbn Ukbe’den, Umer ibn Ubeydullah’ın himâyesinde olan Ebu’n-Nadr Sâlim’den tahdis etti. Bu Ebn’n Nadr,efendisi Umer’in kâtibi idi. Ebu’n-Nadr şöyle dedi:Abdullah ibn Ebi Evfâ (R), efendisi ve kureyş ileri gelenlerinden olan Umer ibnu Ubeydullah’a bir mektûb yazdı da bu mektûbu ben okudum. Bu mektûbun içinde Rasûlullah (S)’ın: (Ey insanlar!) Düşmanla karşılaşmak (harbetmek) temenni etmeyiniz! Fakat Allah’tan harb felâketinden selâmette kılmasını isteyiniz” buyurduğu hadisi vardı. (Buhâri, Kitâbu’t-Temenni 12 C.15 S.7090 Ötüken 1989. )

Görüldüğü gibi rivayetler çelişkili olup, işlerine geldiği gibi uydurmuşlardır. Birinci rivayette savaş temennisi mecburi tutulmuşken, diğer iki rivayette tam tersi olarak, savaş temennisi kaçınılması gereken bir husus olarak tahdis edilmiştir.
 
206-. ... Ebû Said el-Hudri (r.a.)den rivâyet edildiğine göre, bir bedevi Peygamber (s.a.)’e hicreti sormuş da Peygamber (s.a.):
“Yazık sana, hicret zor iştir. Senin develerin var mı?” buyurmuş. (O kimse de)
- Evet diye cevap vermiş. (Bunun üzerine Hz. Peygamber);
“-Peki onların zekatını veriyor musun?” buyurmuş. (O şahıs da );
- Evet diye karşılık vermiş. (Resûlü Ekrem de).
“- Sen şehirlerden uzakta (Allah’ın emirlerini yerine getirmeye) çalış. Allah senin amelin(in sevabından hiçbir şeyi zâyi etmeyecektir.” buyurmuştur. (Ebû Dâvud, K.el-Cihâd (l5), Bâb 1 H.2477 C.9 S.437 Şamil 1989, diğer rivayet edenler, Buhâri, zekât 36, hibe 35, menakıb’ül-ensar 45, edep 95; Müslim, imâre 87; Nesâi bey’at 11; )

Bu rivayette hicretin mecburi olmadığı rivayet edilmiştir.

207- Ya’la İbnu Ümeyye anlatıyor: “Fetih günü babam Ümeyye’yi getirip: “Ey Allah’ın Resûlü! Babamla hicret şartı üzere bey’at yap!” dedim. Ama O:
“onunla cihad etme şartı üzerine bey’at yaparım, artık hicret sona ermiştir” cevabını verdi.” (K.S.. 5778 C.16 S.202 Akçağ 1993, alıntısı Nesâi, Bey’at 15,(7,145). )

Bu rivayette ise hicretin sona erdiğini rivayet etmişlerdir.

208-. ... Maviye (b. Ebi Süfyan)dan; demiştir ki: Rasûlullah (s.a.)’ı; ‘tevbe (vakti) sona ermedikçe hicret (vakti) de sona ermez. Güneş battığı yerden doğmadıkça da tevbe sona ermez” buyururken işittim. (Ebû Dâvud, K.el-Cihâd (15), Bâb 2 H.2479 C.9 S.440 Şamil 1989, )

Bu rivayette de, hicretin sona ermediğini, hatta güneş batıdan doğmadıkça da sona ermeyeceğini tahdis etmeleri bir çelişkidir. Anlaşılan odur ki, esas maksatları hicret kavramını belirsiz ve tartışmalı hale getirmektir. Zira , hicretin İslam'da büyük bir önemi vardır. Hicret, Allah’a en iyi şekilde kulluk etmek için, müsait olmayan bir mekandan, daha müsait bir mekana göçmek veya Müslümanların bir araya gelip toplum oluştura bilmelerinin ilk şartıdır. İşte bu kadar büyük önemi olan hicret kavramını belirsiz hale getirmek için müteaddit rivayetler uydurmuşlardır. Bunlardan bir tanesi de,hicretin, Allah’ın yasakladığı şeyi terk etme manasında olduğunu iddia ettikleri  rivayettir, şöyle ki:

209- Abdullah İbnu Amr İbni’l-As (radıyallahu anh) hazretleri. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmedikleri. Muhâcir de Allah’ın yasakladığı şeyi terk edendir. (K.S. 33 C.2 S.250 Akçağ 1988, alıntıları, Buhari, İman 4; Müslim, iman 64,(40); Ebû Dâvud, Cihâd 2,(2481); Nesâi, İman 9, (8,105). )

Daha öncede belirttiğim gibi en sık kullandıkları yöntem, bir konu hakkında birbirlerine zıt ve çelişkili rivayetler uydurmaktır. Böylece, kavram ve konuları tartışmalı ve belirgin olmayan bir hale getirmeyi amaç edindikleri gibi, ortam ve duruma göre bu zıt rivayetlerden işlerine geleni kullanmaktır. Asırlardır, İslam Dini adına birçok ayrılıkların meydana gelmesi ve birçok tartışmaların yapılmasının ana temeli, bunların ortaya atmış oldukları bu kargaşa fitnesidir.

210-. ... Üsame b. Zeyd’den demiştir ki: Rasûlullah (s.a.) bizi bir seriyye olarak el-Hurakat (denilen kabileler) üzerine gönderdi. Onlar (bizim kendilerine yaklaşmakta olduğumuzu, bizim kendilerine saldırıya geçeceğimizi) hissederek kaçtılar (bunlardan) bir adama yetiştik. Biz üzerine çullanınca adam, “Lâ ilahe illallah (Allah’tan başka başka ilah yoktur)” deyiverdi. Biz ona, öldürünceye kadar (kılıçlarımızla) vurduk. Sonra bunu peygamber (s.a.)’e anlattım.
-”Kıyamet gününde (bu adamın söylediği) lâ ilahe illallah (kelimesi) karşısında senin için (yardımcı olabilecek) kim vardır?” buyurdu. Ben de:
Ey Allah’ın Resûlü o bunu ancak silah korkusuyla söyledi, dedim.
-”Biri onun kalbini yarsaydın da (kalbinin) bu sözü korkudan dolayı söyleyip söylemediğini (iyice bir) bilseydin. (Yarın) kıyamet gününde “lâ ilâhe illallah” (sözü) karşısında senin için ( yardımcı olabilecek) kim vardır?” buyurdu. Bu sözü (tekrar tekrar) söylemeye o kadar devam etti ki (daha önce) Müslüman olmayıp ta o gün Müslümanlığa (yeni) girmiş olmamı arzu ettim. (Ebû Dâvud, K. El-Cihâd (15), Bâb 95 H.2643 C.10 S.174 Şamil 1990, diğer rivayet edenler; Buhari, meğâzi 45, diyât 2; Müslim, imân 158; İbn Mâce, fiten 1: )

Bu rivayette, savaş anında, müşriklerin arasında bulunup ta kelimeyi tevhidi söyleyenin öldürülemeyeceğini tahdis etmişlerdir.

Birde şöyle rivayette bulundular;
 
211-. ... Cerir b. Abdillah’dan demiştir ki: Rasûlullah (s.a.) Hasemin kabilesine (baskın yapmak üzere) bir seriyye gönderdi. O kabileden bazı kimseler (Müslüman olduklarını belirtmek) için secde ederek korunma yoluna başvurdular. Bu (durum) onları öldürmeyi (daha da) hızlandırdı. (Cerir b. Abdillah rivayetine devam ederek) dedi ki: Durum Peygamber (s.a.)’e ulaşınca onlar için yarım diyet (ödenmesini) emretti ve;
- “Ben müşrikler arasında ikamet eden her Müslüman’a uzağım” buyurdu. ........... (Ebû Dâvûd, K.el-Cihâd (15), Bâb 95 H.2645 S.178 C.10 Şamil 1990, diğer rivayet edenler, Tirmizi, siyer 41; Nesâi, kasâme 27. )

Bu rivayette ise, savaş anında müşriklerin arasında ikamet eden Müslümanların öldürülebileceğini rivayet etmişlerdir. İki rivayet bir biriyle çelişkili olduğu gibi, son rivayet kendi içinde çelişkilidir. Şöyle ki, Peygamber bu gibi kimselerden uzak olduğunu belirtmişse, neden onlar için yarım da olsa diyet ödesin? Bu bir çelişkidir, ayrıca Kur’an’a uymamaktadır. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Her kim bir mümini kasden öldürürse onun cezâsı, içinde ebedi kalmak üzere (gideceği) cehennemdir. Allah ona gazabetmiş, lânet etmiş ve onun için büyük bir azâb hazırlamıştır. 4/93

- Ey müminler, Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayın, dinleyin, size selâm verene, dünyâ hayâtının geçici menfaatini gözeterek: “Sen mü’min değilsin!” demeyin. Çünkü Allah’ın yanında çok ganimetler vardır. Önceden siz de öyle idiniz, Allah size lütfetti. O halde iyice anlayın (dinleyin, peşin hüküm vermeyin). Çünkü Allah yaptıklarınızı haber almaktadır.  4/94

Görüldüğü gibi, kim bir mümini kasden yani müteammiden katlederse, öldürenin cezası, Allah’ın gazabı ile lanetine uğramak ve büyük azab içerisinde cehennemde ebedi kalmaktır.

212-....... Yahya (b.Main) Hz. Aişe’den naklen (şöyle) demiştir. (Müslümanlar, Bedir savaşına çıktıklarında) Bir müşrik Hz. Peygamberle birlikte savaşmak için yanına vardı. (Hz. Peygamber de onun bu teklifini reddederek), - “geri dön” dedi. (Hadisin bundan) sonra (ki kısmını Yahya b. Main ile Müseddet) aynı lafızlarla rivayet ettiler. (Bu iki ravinin ittifakla rivayet ettiklerine göre Hz. Peygamber o müşrike şöyle) buyurmuştur: - “Biz bir müşrikten yardım istemeyiz.” (Ebû Dâvud, K. El-Cihâd (15), Bâb 143 H. 2732 s.343-344 Şamil 1990, diğer rivayet edenler Müslim, cihâd 142, 150 ; Tirmizi, siyer 10 ; İbn Mace , cihâd 27.

Bu rivayette, müslümanlar la müşriklerin savaşta ittifak edemeyeceğini rivayet etmişlerdir.

213- Zuhri anlatıyor:”Resûlullah (Aleyhissalâtu vesselâm), kendisiyle birlikte savaşmış olan Yahudilerden bir gruba, ganimetten pay ayırdı”. (K.S. 1107 C.5 S.194 Akçağ, alıntısı, Tirmizi, Siyer 10,(1558). )

Bu rivayette, müşriklerle, müslümanların ittifak edebileceğini rivayet etmekle çelişkiye düşmüşlerdir.

214-...Yezid İbn Hürmüz demiştir ki:
Necdetü’l-Harûri, İbn Abbas’a (bir mektup) yazarak ona “Kadınlar Rasûlullah (s.a.)’le birlikte savaşa katılırlar mıydı? Rasûlullah (s.a.) onlara (ganimetten) bir pay ayırır mıydı?” diye sordu. (yezid b. Hürmüz rivayetine devam ederek şunları) söyledi: ibn Abbas’ın Necdet’e (gönderdiği) mektubunu ben (bizzat kendi ellerimle ve şu şekilde) yazdım:”Kadınlar da Rasûlullah (s.a.)’la birlikte savaşa katılırlardı. (ganimetlerden) pay (ayırmay)a gelince (işte bu) yoktu, fakat onlara razh (az bir miktar) verilirdi. (Ebû Dâvûd, K.el-Cihâd (15), Bâb 141 C.10 s.339 Şamil 1990. )

Bu rivayette kadınlara ganimetten pay verilmeyeceğini tahdis ettiler.

215-...Haşrec b. Ziyad’ın baba annesi (Ümmü Ziyad el-Eşçiyye)nden demiştir ki; kendisi Rasûlullah (s.a.) ile birlikte (Hayber savaşına katılan) altı kadının altıncısı olarak Hayber savaşına çıkmıştır. (Hz. Ümmü Ziyad sözlerine ) şöyle devam etti: Bizim de erkeklerle birlikte savaşa çıktığımız haber olarak Resûllah (s.a.)’e erişince bize (emir) gönderip (yanına çağırdı) biz de (emre uyup huzuruna) vardık. Kendisinde öfke (alametleri) gördük. (Bu savaşa)
-”Kiminle ve kimin izniyle çıktınız?” dedi. Biz de “Ey Allah’ın Resulü biz yün eğirerek (savaşa) çıktık. Bununla Allah yolunda hizmet edeceğiz. Ayrıca bizim yanımızda yaralıları (tedavi) için (birtakım) ilaçlar da var, (ganimetlerden) hisse alırız (halka buğday ve arpadan yapılmış) sevk (denilen bir şurup) içiririz” dedik. (Bu hadisi Hz. Ümmü Ziyad ‘dan naklen Haşrec, sözlerine devam ederek şunları) söyledi (Bu konuşmadan sonra) “Kadınlar kalktılar” (gittiler, Hz. Ümmü Ziyad sözlerine devam ederek bana) “Allah, peygamberine Hayber’in (kapılarını) açınca bize de erkekler gibi (ganimetten) pay verdi” dedi. Ben de ona: “Ey nineciğim (Hz. peygamberin size verdiği) bu şey ne idi?” dedim. “Hurma” (idi) diye cevap verdi. (Ebû Dâvûd, k.el-Cihâd (15), Bâb 141 C.10 s.340 H.2729 Şamil 1990)

Bu rivayette ise, evvelki rivayetin aksine, Kadınlara ganimetten erkekler gibi pay verilmesi gerekir demekle çelişkiye düşmüşlerdir.

Tahdis ettikleri bir rivayette, Peygamberin, Allah’tan üç dilekte bulunduğunu ve bu dileklerin içerik olarak.

1- Allah’ın Muhammed ümmetine kendi dışında bir düşman musallat etmemesini, dolayısıyla musallat edecekse kendi içinden bir düşman musallat etmesini.

2- Allah’ın, Muhammed ümmetini toptan suda boğmamasını, dolayısıyla diğer helak şekilleri için talepte bulunmadığını. Örneğin, Peygamber, Allah’tan, toptan helak edici her türlü felaketten korumasını isteye bilirdi.

3- Allah’tan, ümmetinin kendi aralarında savaşmamasını talep ettiğini ki, bu birinci şıktaki taleple çelişkilidir. Ayrıca, Allah’ın bu duayı red ettiğini de tahdis etmişlerdir.

Rivayet şu şekildedir:

216- Hz. Mu’âz İbnu Cebel radıyallahu anh anlatıyor: “Bir gün, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm , bir namaz kılmış ve namazı çok uzatmıştı. Namazdan çıkınca biz: “Ey Allah’ın Resûlü! Bu gün namazı çok uzattınız!” dedik. Şu açıklamayı yaptılar: “Ben bugün, bir ümit ve korku namazı kıldım. Ben (namazda) aziz ve celil olan Allah’tan ümmetim için üç şey talep ettim. Allah bunlardan ikisini verdi, birini vermedi. Ben Allah’tan ümmetime, kendileri dışında bir düşman musallat etmemesini talep ettim, bu talebimi kabul etti. Allah’tan ümmetimi (eski ümmetler gibi) toptan suda boğarak helak etmemesini talep ettim. Allah bunu da kabul etti. Allah’tan ümmetimin kendi aralarında savaşmamalarını talep ettim Allah bunu reddetti.”  (K.S. 7187 C.17 S.526 Akçağ 1993 alıntısı, İbn-i Mace 3950 )

Peygamberin, ümmeti için böyle bir duada bulunduğunu iddia etmek, hem peygambere bir iftira hem de İslam düşmanlarının Müslümanlara olan kinlerinin açık bir göstergesidir. Hadis diye uydurdukları rivayette kendi içinde çelişkili olduğu gibi, gerçeklere de uymamaktadır, şöyle ki: Peygamber hem, Allah’tan ümmetinin yalnız kendi aralarında savaşmalarını talep edecek (Zira kendi dışlarında bir düşman musallat etmemesini, Allah’tan istemesi kendi aralarında düşman olabilirler manasını içermektedir). Buna rağmen üçüncü duasında kendi aralarında savaşmamaları yolunda duada bulunacak, bu bir çelişkidir. Diğer bir husus, birinci duanın kabul olunduğunu belirtmişlerdir, yani Muhammed ümmetine dışından, Allah bir düşman musallat etmemek üzere duayı kabul etti diye belirtmişlerdir. Bu dua kabul oldu ise asırlardır Müslümanlara saldıran çeşit çeşit kafirlerin saldırıları nasıl izah edilebilir. Peygamber bir dua kabul oldu dediyse muhakkak kabul olmuştur. O zaman bu rivayet peygambere bir iftiradır.
Müslümanların dikkatini dış düşmanlardan çevirip, kendi içlerinde, kendilerine döndürmeyi amaçlayan bu rivayetler. Müslümanların dışa karşı kendilerini savunmalarını kırmayı amaçlamaktadır. Bundan dolayı bir çok rivayet uydurmasıyla, şehitlik kavramını belirsiz hale getirmek için yoğun çabalara girmişlerdir. Şöyle ki:

217- .... Cabir b. Atik(in Atik b. El-Harise) bildirdiğine göre, Rasûlullah (s.a.) (Bir gün) Abdullah b. Sabit’i hasta iken ziyarete gelmiş te onu baygın bir halde bulmuş, bunun üzerine Rasûlullah ona seslenmiş (fakat o baygın olduğu için) karşılık ver(e)memiş. Bunu üzerine Rasûlullah (s.a.)
“-İnalillahi ve inna ileyhi râci’un. Ey Ebu’r-Rabi biz(im) senin yanında (yapabilecek bir şeyimiz yok. Çünkü Allah’ın kaza ve kaderine) mağlup olduk” dedi. Bunun üzerine kadınlar feryad edip ağlaştılar. İbn Atik de onları susturmaya çalıştı. Derken Rasûlullah (s.a.) “Onları(kendi hallerine) bırak. (Çünkü sesleri fazla çıkmıyor, Fakat vacib olunca) hiçbir kadın ağlamasın” buyurdu. (Orada bulunanlar) “Ey Allah’ın Resûlü vacib olmak nedir?” dediler. “Ölmektir”  buyurdu. (O sırada Abdullah b. Sabit’in) kız kardeşi (onun hakkında ey kardeşim):
“Ben senin şehit olacağını ümit ediyordum. Çünkü sen (ahiret için) gereken ihtiyaçlarını hazırlamıştın.” diye söylenmeye başladı. Rasûlullah (s.a.) de
“-Aziz ve celil olan Allah ona niyeti ölçüsünde şehit sevabı verecektir. (buyurdu ve) siz neyi şehitlik sayıyorsunuz?” diye sordu. (Onlar da)
“-Allah yolunda katlolmayı” dediler. Rasûlullah (s.a.)’da.
“-Allah yolunda katlonunmaktan başka yedi (tane daha) şehitlik vardır. Taundan ölen şehittir. Boğularak ölen şehittir. İshalden ölen şehittir. Yanarak ölen şehittir. Göçük altında kalarak ölen şehittir. Doğum üzerine ölen şehittir.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, K. El-Cenaiz 73; Müslim, imare 164,165; Tirmizi, cenaiz 65; İbn-i Mace, Cihad 17, K.S.5431)

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
 
müslümanlar bir arada olmalı
 
Toptan Allah'ın dinine sarılmak budur. ayrı ayrı inançlarla bağımsız hareketlerle din olmaz.
İşiniz ve zamanınızı Allah'a adayın.
Nasıl?
 
Önce birbirimizi tanıyalım ve ne yapacağımızı öğrenelim. Sonrası kolay.
Allah yolu çizmiş zaten.
Ana Tema ne?
 
Malın ve canın Allahın bunu biliyorsun. Cennet karşılığında sattın sen onu... Şimdi malın canın ve kaybederim diye korktuğun eşin, işin, ticaretin, evin yurdun varsa sen uzak dur. Müslüman olunca sen de gel aramıza. Tek kural şu ki, adın kim olursa olsun müslüman ve kimle olursan ol müslümanlar toplumundansın. Cemaatin olamaz, örgütün olamaz.Tek başına karar veremez ve uygulayamazsın. Allahın dini için insan sözleri bağlayıcı değildir ve kur'an dışında kaynak olamaz.
Sonuç,
 
Bu site sadece müslümanlara açıktır ve adı müslüman olup kendi olmayanlarla bizim işimiz yok onlar da bizi rahatsız etmezlerse seviniriz...
 
Tam 42393 ziyaretçi (92663 klik) burdaydı!
kur'andan değerli okunacak ne var? O halde önce kur'an burada anlaşalım... Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol